October 7, 2010

birkaç gazete küpürü ve iki taş

Bir zamanlar İstanbul'a gitmem icap etmişti, haliyle gittim ben de. İstanbul'a Haydarpaşa'da olan GATA askeri hastanesine gitmem emredildiği için gitmiştim. Bu emir İzmir'deki Güzelyalı askeri hastanesindeki hem doktor hem de asker olan bir kişiden gelmişti ve sanırım o anda asker kısmı ağır basmıştı çünkü söylemi şu şekildeydi; “tamam, al bu belgelerini, yarın Haydarpaşa GATA'ya git”, pek söylenecek bir şey olmadığını düşündüğümden bir tek “İstanbul'da mı?” sorusunu sorabildim ve doktor bey de nazikçe yanıtladı sorumu, sanırım o anda da doktor kısmı ağır basmıştı. Malum emirle demir hikayesi'ni bildiğim için hemen akşamına bir otobüs bileti aldım, düştüm yola. Biraz servis şoförünün yardımı, biraz da hislerimin yardımı ile sabah vakti tam zamanında olmam beklenen yerdeydim. Muhtemelen sürekli askerlerle uğraşmaktan gergin bir halde olan hemşire'yi atlattıktan sonra nihayetinde doktora ulaşabilmiştim. Doktor elimdeki belgelere bir süre göz gezdirip küçük bir kağıda yapmam gerekenleri yazdı. Bunlar; hastalığımı tedavi eden hastanenin vermiş olduğu heyet raporunu yenilenmesi, ameliyat olduğumda benden alınan kitlenin parçalarının, halen eski hastanemde bal mumu bir koruyucu içerisinde bekletilmekte olan arşivinden alınması. Aynı mahcup tavırla ses çıkarmadan ödev kağıdımı alıp İstanbul'da yaşamakta olan ve daha önce hiç gitmediğim bir yerde yaşayan teyzemi, ziyarete, yine hislerime güvenerek gittim. Birkaç saat onda oturup, tekrardan işimin başına koyulmak için akşama bir bilet aldım ve sabaha İzmir'deydim. Öncelikle heyet raporumu yenilemek için doktorlarımın yanına gittim, sırayla bütün heyeti tek tek bulup imzalanması gereken yerleri imzalatıp işleri biraz daha hızlandırarak raporun olgunlaşması için bekleyişe koyulmak yerine bu görevi kardeşime devredip, bloklarımı almak için bir başka şehre, Aydın'a doğru yola koyuldum. Aydın'daki hastanenin arşivinden bir kimlik karşılığında halihazırda benim parçalarım olan blokları aldım cebime koydum ve tekrar İzmir'e döndüm. Kardeşim beni rapor ile ilgili işlemleri halletmiş olarak bekliyordu. Ondan raporumu alıp cebimde bedenimden parçalar ve çantamda bedenim hakkında kararlar olan bir rapor ile tekrar İstanbul yoluna koyuldum. Ertesi sabah aynı hemşire'yi nazikçe başımla selamladıktan sonra karşısında dikildiğim doktor bu seferde kağıtlara bakıp doğru olup olmadığını kontrol ettikten sonra bloklarımı hastanenin patoloji servisine bırakmam gerektiğini emredip o gün ki diyaloğumuzu sonlandırdı. Poliklinikten çıkışım öğlen saatine denk geldiği için, patoloji servisinin açılmasını beklemek üzere hastanenin bahçesinde anlamsızca dolaşmaya koyuldum. Bir süre dolaştıktan sonra -herhalde benim boş boş dolaştığımı anladığından olsa gerek- orta yaşlı, iri yapılı, uzun kıvırcık, omuzlarının üzerine düşmüş saçları olan bir bayan, yerde bir şeyleri göstererek “genç, bak, gel buraya bak, gel gel, bak ne güzel bir şey” diyerek beni yanına çağırdı. İnsanları yadırgamama ve sevme konusundaki düşüncelerimin başlangıç kısmına denk gelen bir psikolojik dönemde olduğum için herhangi bir şey düşünmeden yerde göstermek istediği şeye dikkat etmeye çalışarak ona doğru yaklaştım. Henüz ne göstermeye çalıştığını anlayamaya çalışırken “bak, ne güzel değil mi, hiç böyle güzel bir şey görmüş müydün” diyerek beni daha fazla merak içine sokup, yerdeki kırık taş parçalarının üzerine düşen güneş yardımıyla parlayan, dolayısıyla rengarenk olan kısımlarını işaret etti. Saçma sapan şeylerden mutlu olan birisi olduğum için gördüğüm şey gerçekten hoşuma gitmişti, “evet gerçekten güzel bir görüntü” dedim. Sonrasında yaklaşık bir saat o kadınla sohbet ettik. Konuşmalarında benim gibi bir hastalığı olan kızından, tanrı ile ilgili bazı ilginç konulardan ve çantasından çıkarttığı birkaç gazete kupüründe yazılı olan bazı şeylerden bahsetti. İnsanların kıyafetlerinin uyumlu olup olmadığını düşünmekten hoşlandığım için, onunla konuşurken, bir yandan da gözlem yapıyordum. Kabarık kıvırcık saçlarının omuzlarının üzerini kapatması yakışmıştı, biraz fazla olduğunu düşündüğüm mor ve siyah tonlarında makyajı vardı, el parmakları oldukça uzun ve koyu bir tonda mor oje sürülüydü. Kıyafeti kahverengi'nin açık tonlarında ve kadınla uyum içerisindeydiler. Omuzunda vücuda çapraz olarak asılarak kullanılan kahverengi bir çanta vardı. Konuşmamızın bir kısmında bu gördüğümüz taşların bize uğur getireceğine inanmasından dolayı, taşları karıştırıp birkaç küçük boyutlu olanını yanına aldı, daha büyük olanları da taşınabilir olması için, o sırada bahçede düzenlemeler yapan çalışanlardan rica ederek, küçültmelerini istedi. Artık elinde birçok küçük boyutlu taş vardı. Bunlardan ikisini bana uğur getireceğini söyleyerek ve az önce bahsi geçen gazete kupürlerini de anlayamadığım bir nedenden dolayı bana verdi. Sonra vedalaşıp kendi servislerimize doğru yol aldık. Patoloji servisindeki işim bittikten sonra bir şeyler yemek için kantine indim. Orada az önceki gizemli bayan'ı birkaç asker'e hararetli bir şekilde bir şeyler anlatırken gördüm. Patoloji deki testler oldukça uzun zaman aldığından, önce bir süre İstanbul'daki teyzemde kaldım, orada, daha önceden hiç görmediğim, hatta varlıklarından bile haberdar olmadığım bir sürü akrabam olduğunu öğrendim, kaldığım süre boyunca geç kalınmış akrabalık ilişkilerimin gelişmesi için elimden geleni yaptım. Sonrasında tekrar İzmir'e döndüm, patolojiden çıkması umulan sonuçları beklemeye koyuldum. Birkaç hafta sonrasında sonucun çıktığını öğrenip, sanırım artık son gidişim diye düşünerek, hemen yola koyuldum. Gittiğimde, Çarşamba günü yapılacak olduğunu öğrendiğim heyet görüşmesini beklemem gerektiğini söylediler ve ben de birkaç gün erken gittiğim için teyzemin yanına gittim. Çarşamba günü heyetin karşısına çıktığımda, masanın başında oturan, biraz yaşlıca olan asker/doktor göz ucuyla nüfus cüzdanımdaki fotoğrafa bakıp, “bu fotoğraf sana benzemiyor, değiştir, Cuma günü olan heyete gel” buyurdu, burada kesinlikle asker kısmı ağır basıyordu. Bu emri yerine getirebilmem için, nüfusumun kayıtlı olduğu nüfus müdürlüğüne gitmem gerekiyordu ve o da Söke'deydi. Kısa bir zaman içerisinde bu işlemi başaramayacağımın sonucunu veren birkaç hesaplama yaptıktan sonra, bu sorunu bir şekilde halledebileceğini söyleyen babama güvenerek teyzemin evinin yolunu tuttum. Beklediğim gibi Cuma sabahı yeni nüfus cüzdanım elimdeydi ve artık o heyetle rahatça yüzleşebilirdim. Bu son düelloda rakibim kimliğime baktı, sonra raporlarıma baktı, “tamam, çık dışarıda bekle” dedi. Bu işlem oldukça kısa sürmüştü ve o anda aklıma son üç saniyede sayı yapan basket oyuncuları gelmişti. Dışarıda kısa bir bekleyiş süresinden sonra, geldiğim yerdeki askerlik şubesine verilmek üzre, üzerinde “Askerliğe elverişli değildir.” yazan bir ara rapor verdiler. Artık İzmir'e dönebilecektim, cebimde vücudumdan parçalar ve çantamda hayatım hakkında kararlar olan bir rapor ile.