March 22, 2009

teşekkür ederim

-Merhabalar
-…
-Merhabalar, nasılsınız?
İlk denemede, şaşkınlığım ve toyluğum ya da kelimenin sonundaki çoğul ekinin gerekliliğini düşünmem nedeniyle muradına eremeyince, ustalıkla bir ikinci hamle yaptı. Daha önceden hiç görmediğim birisinin benim nasıl olduğumu merak etmesini önemsemeden (artık modern çağda yaşıyorduk ve modern insanlar arasında böyle şeyler normal karşılanırdı) hızlıca yapıştırdım cevabımı.
-Teşekkür ederim, siz nasılsınız?
Sonrasında ortalama kırk dakika herhangi bir kelime çıkmadı ağzımdan. Çocuk taşırmışçasına özen gösterdiği kocaman torbayı yavaşça masanın üzerine bıraktı, biraz telaşlı gibi hızlıca poşetin kenarlarını yırtmaya başladı, fakat zalim poşet kendini öyle kolay hamlelerle karşısındakine teslim etmeyecek gibi görünüyordu, poşetle boğuşurken bir yandan da karşısındaki kişilere birtakım kurallar söylüyordu;
-Her seferinde gözden kaçırılıyor ama aslında çok önemli; sınav süresince yanınızda cep telefonu bulundurmanız yasak arkadaşlar, eğer yanınızda cep telefonu varsa lütfen bana teslim ediniz. Tekrar ediyorum cep telefonunuz varsa bana teslim ediniz, aksi takdirde sınavınız geçersiz sayılacak.
Söylerkenki ses tonu öyle sertti ki sınava giren konumunda olmamam ve cep telefonumun yanımda olmaması beni içten içe rahatlatmıştı. Bu konuşma üzerine ürkek bir şekilde mor atkılı bir bayan zarifçe çantasından cep telefonunu çıkarıp cellâdına teslim etmek üzere oturduğu yerden kalktı, bunu gören modern insanın tepkisi beklenen düzeydeydi;
-Ay inanmıyorum size.
Sakin bayan;
-Affedersiniz koyabileceğim bir yer yoktu, şehir dışından geliyorum da.
şeklinde savunmasını sunmak isterken, tekrar medeniyetin tokadına çarptı;
-Bahane değil bu ama neyse.
Modernizm gereği affetmesi gerekiyordu ve bunu son söylediği cümlede ses tonunu azaltarak ve “neyse” kelimesini kullanarak layığıyla yerine getirdi. Nedense hep birazdan yapacağı şeylerden bahsedip duruyordu;
-Birazdan arkadaşım sizlere cevap kâğıtlarınızı dağıtacak, cevap kağıdının kendi adınıza düzenlenip düzenlenmediğini kontrol ettikten sonra, doldurmanız gereken yerleri doldurunuz, daha sonra soru kitapçıklarını dağıttığımız zaman soru kitapçığı türünüzü cevap kağıdındaki uygun yere doldurunuz, sonra ben onları kontrol edip paraflayacağım, bunları sınav başlamadan önce yapmak istiyorum çünkü sınav başladığında sizi rahatsız etmek istemiyorum.
Salonda görevli olan ondan başka ben olduğuma göre az önce söylediği “arkadaşım” kelimesini bağrıma basıp, ösym’nin bana verdiği yetki ile sınav cevap kâğıtlarını dağıtmaya başladım. Ben dağıtırken görevimi layıkıyla yerine getirip getirmediğimi dikkatlice takip ettikten sonra sıra gelmişti kitapçık dağıtımına. Hayatımız boyunca bizi her kötülükten koruyan devletimizin yeterince güzel kurumlarından biri olan, hepimizin hayatımızın bir evresinde karşılaşmak zorunda bırakıldığımız, yalnızca karşılaşmakla kalmayıp adını beynimizin bize hiçbir oyun oynamayacağı bir bölgesine kaydettiğimiz osym’nin, bizi koruma görevini devlet anamızdan aldığı güçle yerine getirmek için yaptığı oturma sırasına göre sınav kitapçığı dağıtım listesinin biz görevli kullarına buyurduğu biçimde sırasına uygun olarak dağıtımına -aynı devlet anamızın gösterdiği özeni göstererek- başladık. Tabii ki bu sırada sevecen salon başkanım kitapçıkları doğru bir şekilde yerlerine yerleştirmem için büyük bir fedakârlıkla tüm sıralara gelecek kitapçık türlerini okuyarak yardım etti. Artık bize düşen kısmı neredeyse bitmişti artık geriye sınava girecek olanların dikkat etmesi gerektiği önemli ayrıntılar kalıyordu;
-Hızlı bir şekilde soru kitapçıklarınızın sayfalarını kontrol edip eksik bir kısmı olup olmadığını kontrol ettikten sonra kitapçık türünüzü cevap kâğıdındaki ilgili yere işaretleyiniz ve kitapçıklarınızın üzerindeki doldurmanız gereken kısımları doldurunuz, daha sonra bunları kontrol edeceğim.
Üstün zekâlıları saymazsak, ortalama bir insan beyni, yaklaşık bir saniyelik periyotlarla gözünün önünden geçen 150-250 kelime arasından, hele de başka bir dilde, okumadan nasıl eksikleri fark edebilir diye düşünmekten kendimi alamadım bir türlü, ama yapması gerekiyordu, zira bu önemli bir sınavdı; üniversitelerimizde belirli yerlere gelebilmek için gerekli olan en önemli gereçlerden biri olan yabancı dilimizi, başka hiçbir yerde olması muhtemel bile olmayan, yabancı dili konuşabilenin değil de o yabancı dile ait olan kelimelerden ne kadar çoğunu ezberleyebilenin yüksek puanlarla gurur kaynağımız olabileceği şekilde ölçen, üç saatlik masum süreçti bu. Düşünceler denizinden tok, kendine güvenen bir ses tonuyla çıkabildim ancak.
-Daha önce sorun yaşadığımız için tekrar ediyorum, sınav benim saatime göre başlayacak ve benim saatime göre bitecek.
Bu kesinlik arasında kapaklı cep telefonunun daha küçük olan, yalnızca saat, pil durumu gibi bilgileri gösteren küçük ekranını kontrol etti ve garip bir refleks ile kolunu farkında olmadan hafifçe sallayarak başlangıç düdüğünü çaldı;
-Sınavınız başladı arkadaşlar.
Kimisi gergin kimisi rahat olan bu “arkadaşlar” hemen başladılar yüksek öğrenim kurumunun bizim için tasarladığı zamanı kısıtlı olan dil ölçüm koşuşturmacasına. Tecrübeli olanlar ya da etrafındaki insanların onlara tecrübelerini aktardığı kadarıyla bu sınavdan haberi olanlar, bilgince bir tavırla önce kitapçıktaki soruları ardı ardına devirdiler ve bunları cevap kâğıdına daha sonra işaretlemek üzere cevap kâğıdını bir kenara ittiler.
Her modern insan gibi çay, kahve almak için kantine gitmek için hazırlanan sevgili salon başkanım, giderken benimde bir bardak çaya ya da kahveye hayır diyemeyeceğimi düşünerek usulca yanıma yaklaştı;
-Kantinden herhangi bir şey ister misiniz? Çay, kahve ya da su falan.
-Hayır, teşekkür ederim.
Görünümümle ters düşen bu davranışıma karşın saygıyla sineye çekti bu kararımı, halen onun gözünde ben de modern bir insandım, zira hem uzun saçım hem sol kulağımdaki küpe hem de gayet düzgün olan giyimim beni kurtarmıştı bu ağır suçlamadan. Her zaman şu anda yaptığım, “çılgınlık”, “çok samimilik” ya da “çok tatlılık” gibi sıfatları almama neden olan durumların eğer görünümüm bundan farklı olsaydı mesela herhangi bir kulağımda küpe olmasaydı ve saçlarım uzun olmasaydı, hangi sıfatlara layık görüleceğimi merak ederim hep.
Kuralları layıkıyla yerine getirmeye çalışan, bunları aynen “Sınavda Uygulanması Gerekenler” kılavuzunda yazıldığı dille, nokta-virgül atlamadan okuyan sevgi dolu salon başkanım, sınavda görevli kişilerin de cep telefonu kullanamayacağı ve sınav esnasında herhangi bir şey yazıp okuyamayacağı kurallarını görmezden gelerek, zaman zaman küçük mesajlar yazarak, ya da getirdiği küçük boyuttaki üzerinde uzak mesafeden çok net göremediğim “... kültürü” yazan bir kitabı okuyarak üç saatlik zamanın bir çırpıda geçmesini sağladı.
Sınav sonunda, beni uykulu halimden titreterek dünyaya döndüren ses tonuyla;
-Arkadaşlar sınav süresi doldu, kalemlerinizi bırakın ve bizim gelip sınav kitapçıklarınızı almamızı bekleyin. Sınav kitapçıklarını aldığımız arkadaşlar çıkabilir.
diyerek arkadaşlarımızı özgür bıraktı yine osym’nin verdiği yetki ile. Herkes gittikten sonra kitapçıkları ve cevap kâğıtlarını düzenlerken bana da bir;
-Geçmiş olsun.
patlattı. Neyin geçmişi olsun dedim kendime ama bozmadan bende katıldım bu söze;
-Geçmiş olsun.
-Teşekkür ederim.
Bildiğimiz gibi modernizm’in en önemli gerekliliklerinden birisi de teşekkür etmektir, yani Türk Dil Kurumu sözlüğündeki anlamıyla “hoşnutluğunu belirtmek”. Fakat bizim modernizm deki hoşnutluk dediğimiz şey tam olarak yapılan her cümleden sonra bir nokta gibidir adeta. Sevgili modern salon başkanımda bunu olması gerektiği gibi yerine getiriyordu, zira attığım iki imza için, sınav kâğıtlarının paketlenmesinde yardım ettiğim için ve de artık yazmaktan tükenmiş olan kalemi bittiğinde benimkini hem de kapağını çıkararak verdiğim için tam olarak beş teşekkürü hak etmiştim.
Sonra sanırım neden hiç konuşmadığımı kafasına takmış olacak ki bugün başına gelen ona göre ilginç bir olayı anlatmaya başladı;
-Sabah buraya gelirken yaşça büyük bir beyefendi kalemim olup olmadığını sordu, unutmuş da, sınava gelirken kalemin unutulması da çok garip.
şeklinde hem bu kişinin kalemini unutmasının hem de büyük yaşta birinin bu sınava girmesini hiç de modern bir hareket olarak bulmadığını belirtmek istedi zannediyorum. Tabii ki görümüm gereği burada da salon başkanımı desteklemek zorundaydım;
-Tabii sınava gelirken kaleminin olup olmadığını kontrol etmesine gerek yok değil mi?
Konuşmam onu mutlu etmiş gibiydi, aynen onun düşündüğü gibi modern biri olabilirdim artık. Bu durumdan yararlanarak üzerimdeki iyi izlenimlerini arttırmak adına gereksiz olduğunu düşündüğüm ama sonradan hiç de öyle olmadığını gördüğüm cümle çıkıverdi ağzımdan;
-Çok soğuktu, dondum resmen.
-Evet ya, neden yakmadılar bu kaloriferleri.
Sonrasında görevimizi yerine getirdiğimizi belgelemek adına elimizdekileri teslim edip imza atacağımız yerde diğer görevlilerin de bir an önce teslim edip kurtulma acelesi nedeniyle oluşan kuyrukta yaklaşık on dakika sessiz geçti, bu süre içerisinde gördüğü tüm tanıdıklarına selam verip “geçmiş olsun” demeyi ihmal etmedi.
Adımı, ilk geldiğinde tanışma gereği duymayıp da yaka kartımdan öğrenen bu insanla tanıştığım için çok mutlu olarak odamın yolunu tuttum.

Cem

March 16, 2009

SIKICI

OLAN DURUM



Sabah sıkıcı bir istikrarla 7 55 te kalktım.Ritüellerimden en sıkıcılarından biri olan tuvalette bokumdan kaleler yaparken sigaramı içtim.Sıkıcı iş arkadaşımın beni evden almasını beklerken hergün üşendiğim o işi yaptım,dişlerimi fırçaladım.Şirkete gelene kadar müziç sohbetler eşliğinde sahte kahkalarım,endişelerim ve korkularımla bitmek bilmeyen yoluculuğuma gergin simit ve ikizkenar üçgen peyniri ortak etmem hoş olmamıştı.Neyseki onlara 20 dakkika içinde herşeyi unutturacaktım çayla beraber.Masamın başına geçip günü gelen havuzda beklemekten sıkılan ve yorulan beton numunelerini çıkarıp kurumasını beklemeden kırdım.Gözlerimi 17 ye kadar saate dikmiş,son ders zilini bekleyen,dersten(işten,hayattan) sıkılmış çocuk gibi "Hadi evlere gidelim" sözünü bekledim.Saatte 12 rakam arasında sıkılırak göz kırptı.Beni iyi anladığına eminim.



Evde sıkıcı ailemden önce annemle ilgilenmediğim konular hakkında birçok cümle söylemesinden kardeşimin sıkıcı iş anıları içinde hafif uykuya dalmışım.



RÜYADA



Bir taşın üstüne oturmuş oynayan çocukları izliyordum.Çok eğleniyorlardı.Beni de oyunlarına dahil ettiler.Bu oyunun parçası olmaktan duyduğum sebepsiz inanılmaz mutluluk.



BİTMEDİ



Sıkıcı arkadaşımın geldiği söylenince uyandım.Birer sigara yakıp 20 dakika günün sıkıcı içeriğinden bahsettik birbirimize.Ses tonunda hiç yapmadığımız birşeymiş gibi "Hadi film izleyelim" cümlesiyle anlık gereksiz bir heyecan kattı sıkıcı sohbetimize.134 dakika sıkıla kasıla yarı uyaklar biçimde biten filmden sonra birbirimizin ayaklarına bakıyor durumda olduğumuzu farkettiğimde vedalaşma vaktinin geldiğini anlamış,üstüme düşen görevimi yapmış onu uğurlamıştım.



Vedadan sonra ayna karşısında diş ipinin kalitesizliğine sıkılmış bunu fırçayla konuşmam gerektiğini düşünürken gün boyu oturmanın yarattığı yorgunluk yüzünden cenin pozisyonunda kapanan gözlerimde çocukların bana oyunun kurallarını anlatmalarının bekliyordum. nc