August 28, 2009

açık pembe

Sınıftaki yaklaşık otuz kişiden yalnız o benim ilgimi çekmişti, tabi yanına gidip konuşmam için en azından bir on günün geçmesi gerekiyordu, geçti de. Dersin başladığı ilk gün, sınıfta olmasına rağmen onu pek hatırlamıyorum, hatta ikinci gün de. Sonraları ilgim oluşmaya başladı ona karşı. Peki, nasıl bir ilgiydi bu. Hep aynı yere oturuyordu ve bu bahsettiğim on gün içerisinde kimseyle konuşmamıştı, derslerde herkes sorular soruyordu ama onu hiç sorusu olmamıştı. Önce sesini merak etmeye başladım, sonra bu merakım dokuzuncu günün sabahında sınıfa karşı söylenen cılız bir günaydın kelimesiyle sona erdi. Bir süre sonra derslerde ne zaman boş bulunsam onu izlemeye başladım, sınıfımız kolçaklı sıraların üç duvar etrafına sıralanmasından oluştuğu için aslında tam karşımda oturuyordu. Derste, soruları çözüyordu, yapılan komikliklere küçük gülümsemesiyle eşlik ediyordu. Tek eksik şimdiye kadar kimseyle konuşmamış olmasıydı, ders aralarında, biz grupça dışarı çıkarken o, sınıfın bulunduğu katta pencerenin yanında duran sandalyede oturuyordu bazen, bazense sınıftan hiç çıkmıyordu. Onuncu gün gelmişti işte, ilk ders arasında ona tekrar bakıp dışarıya çıktım, çok masum görünüyordu. İkinci arada arkadaşlarımın yüksek ısrarlarına rağmen sınıfta kaldım, sınıfta onun ve benim dışımda iki kişi daha vardı, önce bir süre bekledim, nedense, sanırım biraz cesaretimi toplamam gerekiyordu, sonra düşündüm ki eğer şimdi konuşmazsam beklediğim zaman hiç konuşamayacaktım, çünkü bunu daha önce de denemiştim, yedinci ve sekizinci günlerde. Sonra birden nasıl olduysa o rahat halime döndüm ve hiçbir şey olmamış gibi gidip yanına oturdum. O sırada önündeki çalışma notlarının, boş bulduğu bir sayfasına, uzun yapraklı, temelde papatyaya benzeyen bir çiçek figürü çizmeye çalışıyordu. Yanına oturduğumu fark etmedi mi, yoksa fark etti de umursamadı mı bilmiyorum, bana doğru dönmedi. Sonra merhaba diyerek konuşmaya başladım, nasıl olduysa bir şekilde muhabbeti uzatabildim, konuşmayı sevmiyormuş gibi görünmüyordu, gayet samimiydi, sorduğum sorulara hiç çekinmeden cevap verdi. O konuşma süresinde içimde garip bir mutluluk hissettim ve kendi kendime “konuşabiliyormuş” dedim. O gün onun için nasıl bir gündü bilmiyorum ama benim için oldukça güzel bir gündü. Sonra tamam dedim “oldu bu iş” demek ki birisinin konuşmayı başlatması gerekiyormuş, artık yavaş yavaş diğerleriyle de konuşur. Sonraki gün gözlemleme günüydü benim için, yanına gidip konuşmadım, sabah geldiğinde selam vermedi ve her zamanki yerine oturdu. Yine eskisi gibi kimseyle konuşmadı gün boyunca. Küçük beynimin bu iş için oldukça yetersiz olduğunu düşünmeye başladım, zira hiç bir şey değişmemişti. Ertesi gün ders arasında dışarı gelip gelmek istemediğini sordum, yanıt tahmin edildiği gibiydi. Artık bu iş ilgi olmaktan çıkmıştı benim için tam anlamıyla bir tutku olmuştu. Kimdi bu kişi ve neden kimseyle konuşmuyordu, hele şu sakinliği, beni deli ediyordu, nasıl beceriyordu bunu, nasıl bir hayat yaşamıştı, ya da böyle olmasının nedeni yok muydu, ama böyle olmamalıydı, konuşmalıydı bir şekilde, insanlar dünyaya bunun için gelirler, neydi ondaki. Beynimin yapabildiğim bütün kıvrımlarını harekete geçirerek onlarca kurgu oluşturdum ve halen devam ediyorum. Şu anda önümüzde iki günlük hafta sonu tatili var ve bu iki gün merak ve kurgu dolu geçecek gibi, pazartesi uzak geliyor. Sakin bayanla bu sefer saatlerce konuşmak istiyorum.


cem

August 27, 2009

Bir Dilim Öfke-(Şiddetin İfşası)

23 Ağustos Pazar 12:15:30 (Ö.Ö.)
Akbük Sahili

Keyfin doruğuna yaklaştığım zaman dilimleri içerisinde telefonumdan gelen BİP sesine kayıtsız kalmadan heyecansızca baktım.Godfather lakaplı sim kart hafızasına kayıtlı birinden gelen mesaj:
Yalaka,parazit,pezevenk oğlum.
Başkalarının attığı kemiklerle beslen bakalım.
Şenpazeliğe devam.

26 Ağustos Çarşamba 09:45 (Ö.S.)
Annemin Evi

Yine keyfin doruklarına yaklaştığım zaman dilimlerinden biriydi.Küçük mutluluklar peşindeki beni,bu keyiften alıkoyan,sigara telleyip K Dergisi okumak için bulunduğum mutfağın kapısında ki esmer,kara dobiç,siyahla sevişmiş gibi duran o adam,sim kart hafızasında ki adıyla Godfather.Bir süre sakinliğimi ve gevşekliğimi kaybetmedim
-Telefonlarıma niye cevap vermiyorsun?
Yüzüne bakmadan elimdeki derginin satırlarını okuyordum.Aynı soruyu sorunca sonra okumam gerektiğine kanaat getirdim.Gergin kıvama giden yolun başına gelmiştim.
-Telefonlarıma niye cevap vermiyorsun?
İlk soruda ki ses tonuyla aynıydı.Sert ve gücenmiş.Bu soruyu neden sorduğunu düşünmeye başladım.Ne olduğunu ne yaptığını bilmiyormuş gibi cevap vermemi nasıl beklerdi.Uzun süre cevap vermemem ilerleyen dakikalar da fiziki boyutlardaki sertliklere zemin hazırlayabilirdi.
-Neden olabilir sence?
Düşünmesini istedim şiddetinin sebebini,kendimce sebeplerimi.Yanlış bir şey dilediğimi başından beri biliyorken,bu cevabı veriyordum.Hızını almıştı artık.
-Sen bir bok olamazsın,arkdaşlarının attığı kemiklerle beslenirsin ancak.Sana kemik atan arkadaşların bu eve gelmeyecek ,çok istiyorsan başka bir ev bul kendine.Sokaklarda sürünürsün sen,dilencilere dönersin.
Buna benzer şeyler,gerisini hayal etmek içim bir kaç acıların çocuğu filmi yardımcı olabilir.Ve kendince bütün hırsını anlatan bir cümle ile son buluyor konuşması,
-İnşallah geberirsinde ölünü görürüm.
Buna kayıtsız kalmadım temennisini temennimle süsledim.
-İnşallah
İvedilikle ve gergin bir şekilde sigaramı alıp dışarı çıktım,Godfather'ın ait olmadığı yeri terketmesini bekledim.

n.c.