December 8, 2013

mutsuzluk değil

Kötü haber; bugün de ölmedim. Durduk yere nereden çıktı bu, diye serzenen* arkadaşlara selam. Uzun zamandır -belki son iki-üç yıl- hani o her zaman her şeyine güvendiğim, yanlış yapabileceğine inanmadığım, bu yüzden de peşinden koşmayı bir an bile kesmediğim mantığımın bana son söylediği bu. Ne yapabilir ki insan mantığı karşısında. Hiç de durduk yere değil oysaki düşündüm, tarttım, araştırdım, yıllarımı verdim. Siz durduk yere bana akıl vermeyi (aşağılamayı) nereden çıkardınız asıl. Tamam, belki arkadaşlarıma ve etrafımdaki insanlara iyi davranmayı bıraktım, ama bu benim istediğim bir şey değildi. Yalnızca çok yoruldum. Artık o sıradan insanı oynamak zor geliyor. Kendime bir sıfat ya da ismi yakıştıramadığımı biliyorum. Hiçbir zaman -bırak sıradanlığı- bir insan dahi olamadım; öğrenci, sıcakkanlı, akademisyen, sevgili, sempatik, matematikçi, havalı, arkadaş, ne dediysem olmadı kendime, uymadı, eğreti durdu, eksik kaldı, fazla oldu. Ama insanlar yakıştırdı; insanlar hep yakıştırır, durmazlar, demezler ki bu adamın derdi ne, pat yapıştırırlar; ruhsuz, garip, yalnız, dengesiz. Ben de nedense hep bu yakıştırılan sıfatları sevdim, kendime uygun bulamadım, aradım çok, bulamadım, ama sevdim, keşke söylenenlere, insanlara, layık olabilseydim. Düşünsenize gerçekten dengesiz olduğumu, başka bir isteğim olmazdı galiba insanlardan, tamam derdim bir daha bana bir iyilik yapmanıza gerek kalmadı, ne kadar iyi anlamışsınız, tek kelime ile çözdünüz beni, şimdiden seviyorum sizi. Zaten seviyorum, o ayrı. Bu durum, hani şu sevgililerin birbirlerini sevdikleri halde bazen -belki de sık sık- tartışmalarına benzer bir şey. Sevgililer; onları da çözebilmiş değilim, böyle kendi hallerinde, sevgiliye özel bir şeyler var sanırım ama anlayamadım henüz, çok zor, yüksek matematik daha kolay hâlbuki. Bir kullanma kılavuzu olsaydı hayatın, çok mutlu olurdum; uyumak için sayfa beşe bakınız, temel ihtiyaçlar bölümünde, sevişmek; uykudan iki sayfa sonrası, sevgililik; o artık temel ihtiyaçlar konusunda değil, ikinci üniteye bakmak lazım. Kitabın sonlarına doğru da, yazarımızdan tavsiyeler; daha iyi nasıl yaşanır. Yazarı kim olabilir ki böyle bir kitabın. Hem birisi olsa bile, o da arkadaşları arasındayken, bir muhabbette, oğlum, hayatın kitabını yazdım ben, komikliğini yapmak istemeyecek mi, o kadar mı iyi kavramış yaşamı bu insan. Kötü esprilerden kaçının, bakınız ünite dört. Hem kavramış, hem de yazdıklarını uyguluyor, vay be. Durduk yere şaşırtın arkadaşlarınızı, güzel sürprizler yapın, sizi daha çok seveceklerdir. Nasıl yani? İnsanların beni sevmesini de sağlayabiliyor musunuz? Yazarımız oldukça iddialı, kendine güveniyor. Kendine güvenen insanlara hep özenmişimdir ve özendikçe de korkmuşumdur. Özentimin de ciddi bir nedeni yok; sadece insanlar söyleyip duruyor ya hep; kendine güvenen insanlar başarılı olurlar, diye, ondan istiyorum bende. Başarı mı dediniz, sanırım o da var kılavuzumuzda. Bu kılavuz işi çok sıkmaya başladı beni, vazgeçtim olmasın. Benim gibiler de yaşamayı öğrenemeden idare etmeye çalışsınlar. Yaşamak zorunda da değiller. Hem zaten evrimin temel kuramı ne diyor; işe yaramıyorsa, öldür. İşe yaramak için neler yaptım bir bilseniz. Hiç tanımadığım insanlara yardım ettim, eksikliklerini kapadım, sevdim; hiç birine de demedim ki, abi ben seni sevmiyorum, ya da abi ya şu adamı sevemedim gitti bir türlü; yok, hep sevdim, belki bir tanesi çıkar da az da olsa sevgi gösterisinde bulunur; abi be, ben de seni seviyorum lan, der. Cinsiyet, dil, bölge ayırmadım, sevdim. Kadınları da sevdim. Gözüme en çok sevilmemesi gereken onlar olarak görünmelerine rağmen cesur davrandım, kimseyi dinlemedim, sevdim. Onlar da hep bir şey aradılar sevgimin altında, üstünde, içinde, yanında, uzağında. Durun lan, ne yaptığınızın farkında mısınız, diyemedim. Gene sevdim, sorgulamadım; durduk yere, hiç hesapta yokken, birdenbire sevdim. Durduk yere sevmek mi! Dedikleri kadar var sanırım, bu çocukta hiç akıl yok. Ama uzaktan sevdim nedense. Yaklaşamadım bir türlü, hepsi, sanki onlara azcık dahi yakınlaşmaya başlasam, beni korkutmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Hemen ilk iş, benimsin, demeye getiriyorlardı. Nasıl yani? Hani kadınları eşya gibi görüyorlardı. Yok canım, ben yanlış anladım sanırım. Onlardaki zekâ ya da kavrayışın bende olmasına imkân yok, teknik olarak beyinlerinin sağ ve sol lobu arasındaki iletişim erkeklere göre daha fazla, yani corpus callosium’ları daha kalın. Sorun sende değil bende olmalıydı. Bu yüzden de korktum onlardan; bir gün bir tanesi çıkacak da, bütün o evrimsel özelliklerini kullanarak, öyle bir laf edecek ki kendimi aptal gibi hissedeceğim. Ama hiç böyle birisi ile karşılaşamadım nedense; hep, şu kızı mı kesiyorsun sen bir saattirler ile meşguldü bizimkilerin nöronları. Hayatımda hiç de birisini kestiğimi bilmem, kesmek nasıl olur onu bile bilmem, kılavuza mı baksam. Dedim ya hiçbir sıfat bana uygun değildi; erkek de olamadım ben bir türlü (kadın da değil; aklınızdan geçenleri bilmiyorum sanmayın). Ne şu futbol muhabbetlerini anlayabildim, ne de bir arkadaşımın götürdüğü hatunları sevinçle bize anlatmasını. Ne kadar aptalca bir muhabbet lan bu dedi bana mantığım. Sonra da sorar bu ağabeyler, kendilerinin yapmış olmasının haklı gururu ile; sen der, hiç der, bir kadınla şunu yaptın mı, hayır mı, abi ben öbürünü de yapmadım ki, oğlum sen ne zaman değişeceksin (adam olacaksın diyor aslında), hâlbuki daha dün o da yapmamıştır o sorduğu şeyi. Hiçbir zaman, sırf bir kadın ile sevişebilmek için, ona olmadığım gibi görünmek oyununu oynayamadım. Yanlış yaşadım sanırım, kılavuz olsaydı iyiydi. Hep olduğum gibi göründüm, o zaman da kadınlar benden uzaklaştılar. Çünkü onlar her ne kadar kabul etmeseler de, bu yalanlar hoşlarına gidiyor, kendilerini maddeleştirme işini kendileri yapıyorlar, sancta simplicitas! Erkeklerin onlarla sevişmek için karşılarında bin bir şekle girmelerini, kadınlar, en iyisi benim, şeklinde yorumluyorlar. Onlar için en iyisi olmak önemli sanırım. Evrimin bir basamağında sıradan bir homo sapiens sapiens** olmak istemiyorlar belki. Belki de, işe yaramıyorsa öldür, kanununun farkındalar onlar da benim gibi. Sadece onlar, işe yaramanın daha kolay bir yolunu biliyorlar galiba. Belki de bir evrim teorisi olan, evrimin gerçekte cinsellik için var olduğu, düşüncesini biliyorlar. Teori diyor ki; insanlar (ya da insansılar) ayağa kalkmayı, ağaçtaki meyvelere uzanmak için ya da daha uzağı görmek için öğrenmediler, sadece cinsel organlarını karşı cinslerine daha iyi gösterebilmek için ayağa kalkmayı öğrendiler, böylelikle daha kolay eş bulabileceklerdi. Sonra da diyor ki, insanların da içerisinde bulunduğu primat grubundaki en büyük penise yalnızca insan sahip. Aaa! Neler söylüyorum ben, insanlara bir şeyler öğretmeye başladım yine. Galiba en kötü huyum bu, hiç demiyorum da kendime; sen ne biliyorsun ki başkalarına da öğretiyorsun her fırsatta. Hemen pat yapıştırıyorum bilgiyi. Kötü bir niyetim ya da başka bir düşüncem yok. Konuşurken başkalarının yanlışlarını düzeltmem de aynı şekilde, dedim ya, sadece işe yaramaya çalışıyorum. Yazmaya başlayınca da durmak bilmiyorum. Sanki bütün bu beynimin içerisindekileri bir yere yazarsam onlardan kurtulabilecekmişim gibi geliyor. Eğer onlardan kurtulabilirsem de bir parça huzura erebilirim zannediyorum. Yıllar önce okumaktan neden vazgeçtiğimi ancak şimdilerde anlayabiliyorum. Okumak, beni yazmaya zorluyor. Yazmak ise, bir yaranın kabuğunu sökmek gibi, hem eğlenceli, hem de yaranın iyileşmesini geciktiriyor, fakat kabuğu sökerken ki verdiği acı mükemmel. Okumak insanı mutlu eder diyorlar. Bence, okumak insanı nasıl olmak istiyorsa, hangi duyguyu hissetmek istiyorsa, öyle eder, hem de öyle bir eder ki. Bu yüzden okumaktan da korkuyorum. Her şeyden korkuyorum artık. Yolda yürürken, kaldırımda insanların üstüme üstüme gelmelerinden, kaldırımda değilken de arabalardan korkuyorum. Yeni bir insanla tanışmaktan korkuyorum. Şimdi her şeyi baştan yapmak gerek, sonuç ne, insanların hepsi aynı, boşuna uğraşmışım. Yorgunum.


*böyle bir kelime olmadığını biliyorum, germeyin beni.
**evet gerçekten de sapiens’in iki kere yazılması gerekiyor.