July 31, 2011

bir defaya mahsus

Sen... Daha günaydın bile demeden bir okuma parçasına giriş yap... Evet evet, edebi olarak başka bir karşılığı yoktu bunun. Önce bir günaydın de ayı, dedim. Bir kızla nasıl konuşacağını hiç bilmiyorsun, dedi. Belki de bu yüzden yalnızsındır diye de ekledi. Ben de pişkinlik yapıp; hepiniz insansınız sonuçta, dedim...
O an etkilendiğini anladım. Zaten benden hoşlandığını bildiğim için bu kadar ukala davranabiliyordum. Bir anda dudaklarıma yapıştı. Onu hemen geri ittim. Zira halka açık bir mekanda idik. Bunun yeri ve zamanı olmadığını ona uzun uzun anlattım. Uzun uzun anlatmamın sebebi de bu girişimin tekrarlanmasını sağlamaktı...
Zihnimde onu uzun uzun öpmenin ne kadar güzel olabileceğini tasavvur ettim. Sonra hemen attım bu düşünceyi kafamdan, öpmek önemli değildi. Önemli olan hareketlerinde ciddi olup olmadığını anlamamdı. O rahat görünüşlü kişiliğinin arkasında beni rahatsız edebileceğini düşündüğüm özellikler barındırabilirdi.
Bunun neresi yanlış ısrarlarına devam ediyordu. Rahatsız olmana çok şaşırdım, ben bu kadar rahat iken senin yanında, diye ekledi. Benim yanımda değilsin. İnsanların yanındasın, bir sürü insanın, dedim. Umursamazlığının nedeni seni tanımayan bir sürü insanın içinde olman... Biz ayrı dünyalardan gelmedik, aynı dünyadanız lakin bir çok toplum ve kültürü barındırıyor bu dünya...
Farklı çevrelerde yetişmiş olmamız kişiliklerimizi etkilemişti muhtemelen. Ancak, bulunduğumuz yerin toplumsal değerlerine uymalıyız, dedim. Peki, dedi. Ama, anladığım kadarıyla tamam olmamıştı, birşeyler söylemek istiyordu.
Zira pekiler bana hep ürkütücü gelmiştir. Kısa ama özdür. Rahatsız olunan bir durum vardır mutlaka, ortada. Kalkalım mı, diye sordu? Kalkılırdı, karşı çıkmadım. Tek kelime dahi etmemesinin rahatlığını yaşarken; sen beni sevmiyor musun diye sordu? Çok soru sormaya başladı diye geçirirken içimden deyiverdim: Sevmek? Bir hafta önce tanıştık!? Ama, dedi, benimle sevişme fikrini bir an olsun aklından çıkarmıyorsun... Sustum...
Bir süre daha konuşmadan yürüdük. Sessizlik çok rahatsız ediciydi. Böyle durumlara konuşmaya ilk başlayan olmak istemedim hiç. Bu sefer de istemedim ve olmadım. Sonra beklediğim gibi; neden konuşmuyorsun, diyerek sessizliği bozdu. Bilmem dedim, ne söyleyebilirdim ki? Sıkıldım. Uzaklaşmak istedim bir an. Ama yapmadım...
İlk kez böyle bir şey yaşayacaktım. Bana hisleri olan bu kızı, geri çevirmemeyi düşünüyordum. Hatta, bu durumdan istifade etmeye çalışacaktım. Daha önce bir çok kişiye oynamıştım, başka bir kişiyi. Ama böyle bir durum için, ilk kez olacaktı. Sesimi inceltmem ve herşeyi zamana bıraksak cümlesini, kurmam gerekiyordu. Bunun için hazırlıyordum kendimi sessizliğim boyunca. Bir an için ezik hissettim kendimi, diğer insanlara benziyordum. Aslında, yapmacık duygular, fikirler rahatsız ederdi beni. Ama bu sefer, nedense katlanıyordum buna. Herhangi biri gibi olursam artık rahatlayabilir miyim acaba diye düşünüyordum. Zira insanlar sanki hep mutlularmış gibi, çok uzun süreli problemleri yokmuş gibi hareket ediyorlar...
Sonra uçtu gitti bu düşünceler. Güneş batmak üzereydi. Güneş batarken de bir banka oturduk. Üzerinde, ortasından oklarla delinmiş bir sürü kalbin olduğu bir bank... Bu oklardan biri mutlaka birimizin kalbini de delip geçecekti. Güneş batıyordu, omzuma yasladı başını. Anlaşılan yine onun kalbini delmişti ok. Kanıyordu, durdurmaya çalışmıyordu asla. Boşa gitmesin diye, altına bir kova koyacak kadar ruhsuzdum, o an bile. Hep böyle miydim yoksa ona karşı mı böyleydim? Sanırım herkese karşı böyleydim. Ne zaman biri bana yaklaşmaya çalışsa, önce tedirgin oluyordum, sonra uzaklaşmaya başlıyordum. Herkesi seviyordum, ama gerçek anlamda birisi benden özel birşeyler beklediği zaman, bozuluyordu büyü. Hiç kimseye farklı bir oranda sevgi veremiyordum. Belki de kimseyi sevmiyordum gerçekte.
Etrafta çok fazla insan yoktu. Hava da iyiden iyiye kararmıştı. Uzunca bir süredir omzumda olan başını öptüm bir kez. Saçları güzel kokuyordu. Şampuanının adını merak ettim ama sormadım. Zira ortamın havasını bozmamam beklenirdi. Öpmem iyi oldu. Çünkü omzumdaki baş iyice ağırlık yapmaya başlamıştı. Bu sayede, yüzüme bakıp gülümsedi. O da, beni öpmeye çalışacak diye, gerildim. Neyse ki beni tanımaya başlamıştı. Zamana bırakmıştı her şeyi, ben söylemeden. Kurtuluş yolu arıyordum, ışığı görebilir miydim acaba, biraz daha ilerlersem? Hamle yapmaktan çok korkuyordum. Çünkü daha önce hiç yapmamıştım. Nasıl yapıldığını da bilmiyordum...
Eve gidelim mi, dedi. Olur, dedim. Evi çok uzakta değildi. Biraz yürüdükten sonra hemen oturduğu apartmana vardık. Bira alalım, dedi. Merdivenlerden yukarı çıkarken sessiz olmaya çalıştım. Çelik kapının bütün kilitlerini üçer kere kilitlemişti. Açması için geçen süre çok rahatsız ediciydi. İçeri girdik ve bana gösterdiği üzere hemen salona doğru yöneldim. Elimdeki biraları sehpanın üzerine koyup bir kanepeye oturdum. Gözlerimle biraları kesiyordum. Bir tanesini açsam acaba kızar mı diye, düşündüm. Sonra boşver dedim, kendime. Sürece etki etmemeliydim. Eve girdiğimizden beri içerideki odadaydı. Üstünü değiştiriyordur diye düşündüm. Eşyalarla boğulmuş bir salonu yoktu, evin. İki tane eşit büyüklükte kanepe, bir tane daha küçük bir kanepe vardı. Bu koltukların arasında da birkaç sehpa ve kocaman saksılarda çiçekler vardı. Full led televizyonu gözümden kaçmadı. Bir öğrenci evi için fazla gösterişliydi...
Sehpaların üzerindeki danteller, evde bir annenin var olabileceğini düşünmeme sebep olmuştu. Beni dantellerin olduğu sehpaya bakarken yakalayınca; korkma annemler dün akşam Kaş'a, tatile gittiler, dedi. Bu nasıl bir öngörüydü, nasıl anlamıştı? Ben ilk değil miydim? Kandırıyor muydu beni? Amacı neydi? Yine şüpheyle yaklaşmaya başlamıştım. Ben karar vermeye çalışırken, bir anda yok olup gidecek miydi?
Yanıma oturmuş. Yanıma oturduğunu koltuğun sarsılması ve omuzlarımızın çarpışmasıyla anladım. Anlaşılan, sorularımla baş başa kalmıştım bir süre. Dolaba koyayım mı geri kalanları deyip, odada iki bira bıraktı. Mutfağa giderken ardından baktım. Askılı pembe bir tişört ve beyaz bir şort giymişti. Arkasından bakarken bir an çok seksi olduğunu düşündüm. Açacak getireyim dediğini duydum sadece. Biralardan birisini alıp, açacağa gerek kalmadan sehpadaki çakmağın arkasını kullanarak kıvrakça bir hareketle açtım. Aaaaa açtın mı, ben de açacak getirmiştim, dedi. Karşılık vermedim. Çakmakla nasıl açtıklarını bir türlü anlayamıyorum, kırılmaz mı diye, devam etti. Diğer birayı açarken açacağı kullandı. Kırılmaz, dedim. Neyse ki diğer kızlar gibi açmaya çalışma gösterisi yapmadı. Basit bir teknikle oluyor işte, boş ver, dedim. Bu sırada giydiği tişört, göğüslerini ortaya çıkarmıştı. Güzel görünüyorlardı. Çaktırmadan baktığımı düşünsem de, fark etmişti baktığımı. Ama ses çıkarmadı. Sinsice gülmüş olsa gerek içinden...
Uzun konuşmalara sebep olacak girişimlerde bulunmaya çalışıyordum. Dikkatim dağılıyordu, yapamıyordum. Başaramıyordum, dayanamadım.
Kendini benim yerime koy. Dışarıdayken, seni sevdiğimi söylemememe rağmen sevişme ihtimalini göz önünde bulundurduğumu yüzüme vuran sendin. Şimdi neden böyle yapıyorsun, diye sordum. Her şey açık, dışarıda oturmaya devam etsek bir süre sonra sıkıldığını söyleyip kaçmaya çalışacaktın. Ben bu kıyafeti giymesem bu kadar ilgili olmayacaktın, dedi. Anlaşılan kendi içinde bir çatışma yaşıyordu. Bana kızgın olup ders vermeye çalışırken, olabileceklere engel de olamayacaktı. Yapmam gereken hiç konuşmadan bir hamle yapmaktı. Ama dedim ne yapılır bilmiyordum ya da çok korkuyordum. Konuşabilmeye başlamıştım. Yapabildiğim en iyi şeyi yapıyordum. Bunun doğruluğunu yanlışlığını da kafamda tartamıyordum. Tartışırken bile gözüm kayıyor ve beni kafedeki gibi öpmesini bekliyordum... Çok beklersin sen, dedi. Konuşmuştum ben galiba. Yalan söylediğini anlamam birkaç dakika sürdü. Öpüşmeye başlamış ve nihayetinde yakın olmuştuk.

Kimileri için bağlayıcı bir unsur olan, vuku bulan olay, onlar için aynı paralelde bir unsur değildi. Kahramanlarımızdan erkek olanı, azı ile yetinmesini bilen bir kişiliğe sahipti. Bu ona yetmişti. Sabahı, hatta ikinci seferi bile beklememişti ve gitmişti...





Not: Tek başıma yazdığım bir yazı değildir. Sevdiğim bir insan olan; C. Ç. ile aramızda geçen atışmalar sonucunda oluşmuştur. Bir konuşmamızda sürüp gideceğini dile getirmiştim ki anında bir erkek ile kadın arasında ise sürer gider cevabını almıştım. Bu lafın üzerine hoca da durur mu?

-Sevişinceye kadar demiş...

July 23, 2011

yalnız kelimeler

Bir kelimeyim ben, basit, küçük bir kelime. Bir dilde anlamım var diğerinde yok. Kullanıldığım kadar bilinir kıymetim, eskidikçe güçlenir anlamım. Bölünür kavramlar içimde, bazen olduğumdan farklı görünürüm, bazen ise görmezler gerçek yüzümü. Tek başıma da yaşayabilirim, ama ömrüm kısalır yalnızken, başkaları ile birlikte olmaya çalışırım, o zaman da benliğim kaybolmaya başlar. Aslında öyle narinimdir ki, öyle seçerim ki arkadaşlarımı ne ben değişeyim, ne de onlar değişsin, birlikte güçlenelim. Kimi zaman birkaç tanesi ile de yetinmem, bazen bir araya geliriz eski dostlarla, bizi görenler kendinden geçer şiirlerle, şarkılarla, hikâyelerle. Kimi zaman ise acı veririz, fakat içimizde kötülük yoktur, ne benim, ne de diğerlerinin. Biz sadece insanların kurbanlarıyız, ne yalan söyleyebiliriz kendi başımıza, ne de mecaz. İnsanlar duygularıyla birbirlerini kırarlar gerçekte, ama kelimeler kalır akıllarda. Altımı üstüme getirirler bu zamanlarda, hep bir şey ararlar içimde, fakat hiçbir zaman bulamazlar aradıklarını, çünkü yanlış yerde ararlar, duyguları somutlaştırıp, üzerimize yüklerler bütün suçu. Bunu ukalalık olsun diye söylemiyorum, benim anlaşabileceğim sınırlar bellidir, mecazım bilinir, fakat insanlar bilmeden kullanır. Oysa hayalim değildir büyük anlamlara gelmek, efsaneleşmek. Hatta hiçbir hayalim yoktur, sadece kendim olmaya çalışırım.
Bir kelimeyim ben, bazen özenle yazılırım, bazen öfkeyle silinirim.

July 16, 2011

SALI

Salı günleri içmek gerek.Salı gününün bitmesi için ya da öylece bitmemesi için.Açılamadığın sevginin yasını tutmamak için... Sevdiğinle ,dostlarla , dost bildiklerin , sevmek istediklerinle ... İçeceksin. Bir gün yataktan kalkmış ve dün sarhoş olmadığın aklına gelmişse , o gün çarşamba olmayacak.

Bugün birini aramalı , eskilerden seni hiç aramayan.Düşün... düşün.Buldum.İsmi lazım değil.Bir dost.Telefon açıyorum. "Nasılsın, İyi misin ? ..." uzatmıyorum ,zaten o teklif ediyor "Gel mekana dertleşelim , diyeceğim hususi şeyler var." Kabul ediyorum.Eski dost ya , ne yapacak.Onun da canı yalnızlığı anlatmak ister , geçmişten atıp tutmak ister ... Susmak ister.Onu bile birisiyle yapmak ister bazen insan.Benden iyisini mi bulacak?

Bekliyorum.10 dakika gecikti.Muhim değil.Kucaklaşma , öpüşme faslından sonra oturduğu yerde suratı asıldı.Diyecekleri var söylemez oldu.Belki bir vefaat , belki milyonlarca ayrılık hikayesinden biri daha ... Anlatsın istemiyorum.Yüzünden okuyorum acılarını harf harf.Ne tuhaf şey bu gözler.Yere düştüğünde omuzları da düşürür, boynu büker.İki ufak gözbebeğinden omuzlarına kadar bir bedende kaybolan bir dostum var.

"Ne içeriz"
 Bir an yükselen omuzları tekrar düştü
"Ben almayacam, moruk"
"Bi bira!"

O başlamadan ben mi başlasam .Yalnızlık anlatılmak ister ya.İlk ben anlatmalıyım yalnızlığımı.Belki bütün dünya bilsin diye yazmalı mıyım? Nefesimi ayarlayayım şimdi başlayacağım dediğim anda sözümü kesiyor.

"Bir şiir okuyayım mı üstat"
"Oku anam"
Gözlerini yere dikip başlıyor usulca okumaya.

Orada biri ağlıyor
Bir işçi
bir işsiz
parasız bir baba

Orada biri ağlıyor
Bir dul
bir hasta yakını
Yalnız bir sevgili
belki benim için

Bendeki nasıl bir mutluluk
Hüzün bile deli ediyor beni

* * *

Susuyoruz herhangi bir salının herhangi bir 11'e çeyrek kalasında.Aklımdakinin ağırlığı bu sefer benim omuzlarımı çökertiyor.Titreyen gözbebeğimdeki yaşı süzülmesine izin vermeden göz altımdan alıyorum.Tıpki anlatamadığım o kusursuz aşkın içimden sahipsiz dışarlara çıkışı gibi ...
Uzun süre susuyorum.

yazan:uti

June 13, 2011

son gün

Dar bir sokakta, masaların neredeyse tamamının yola yayıldığı bir barda oturuyordum. Hemen yanımdaki masada, yirmili yaşlarda bir kız ve bir erkek karşılıklı oturuyordu. Kız, beyaz tenli, güzel yüzlü, kahverengi saçlı, erkek, gözlüklü, hafif sakallı ve uzun saçlı birisiydi. Bu haliyle, oturuşuyla ve hareketleriyle oğlanı kendime çok benzettiğim için, gözlemlemeye başladım bu ikiliyi. Kız, hızlı hızlı sigara içip dumanını yukarı doğru üflüyordu, oğlan, sürekli kıza bakıp, tırnaklarıyla masanın üzerindeki yarıkları kazımaya çalışıyordu. Uzunca bir süre hiç konuşmadılar, sonra kız bu sessizliği bozmak istercesine, titrek bir ses tonuyla, “komik değil mi” dedi. Oğlan bir süre kül tabağına baktı, sonra, “ney komik” dedi. Sokakta bulunan bütün barlarda birbirinden farklı tarzlarda müzikler çalıyordu ve bu ortamın gereksiz bir gürültüye sahip olmasına neden oluyordu. Kız, yeni sigarasından da hızlı hızlı birkaç nefes alıp, “bu halimiz. böyle oturup hiçbir şey konuşmuyoruz” dedi. Oğlan, önündeki bira şişesinin kâğıdını yırtmaya uğraştı bir süre, bir süre etrafa bakındı, birkaç yudum bira içti. Kız asi bir tavırla, “seni burada zorla tutuyor gibi hissediyorum” dedi. Oğlan bir süre daha kül tablasını seyredip, başı öne eğik olarak, “bu kadar boş olduğum için özür dilerim” dedi, kız sigarasının son kısmını da içip kül tabağında söndürürken, oğlan yine başı öne doğru eğik bir şekilde masaya doğru bakıyordu. “dalga geçiyorsun, dimi” dedi kız, hafif sinirle. Oğlan, sanki suçluymuş ve kendini savunmaya çalışır gibi bir heyecanla “yoo, seninle konuşacak bir şey bulamayacak kadar boş olduğumu söylemeye çalıştım” dedi. İçerisinde incecik sigaraların olduğu sigara paketine baktı kız, sonra bir tane daha çıkarıp yaktı, sigaranın sonuna doğru “zaten seninle ortak bir geleceğimiz yoktu” dedi. Oğlan, çenesini önündeki bira şişesinin üstüne koyup, bütün ağırlığını şişeye verdi, bir süre daha sessiz geçti. Kız, “üzülme, üzüldün mü, üzülme” dedi. Nedenini anlayamadım ben. Buraya kadar ki gözlemlerimden anladığım, aralarında bir tür ilişki olan bir ikiliydi bunlar ve tahminimce bu onların son günüydü. Uzunca bir süre konuşmadı oğlan, kız karşısındakinin yenildiğini düşünerek -son darbeyi vurmak istercesine- hızlı ve heyecanlı bir şekilde “her buluşmamızda, sürekli nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı düşünmek çok zor” dedi. Bir an evde çalışıp da gelmiş bu kız diye aklımdan geçirdim, oğlan hiç beklemeden “benim için de zor” dedi. Kız “sonun ortak bir fikrimiz oldu” dedi. Bundan sonra sanırım hiç konuşmadılar, ya da aklımda kalan böyle, bir süre oturup birbirlerini izlediler ara ara. Oğlanı hayal ettim, kendimi onun yerine koymaya çalıştım, bu gürültü içerisinde boğucu bir sessizlik hissettim, boşluğun içerisinde yüzüyordum adeta, acaba oğlan ne düşünüyordur diye merak ettim. Sonra içkimin ısınmakta olduğunu fark edip, kendi hayatıma döndüm bir an.
Bir süre sonra kızın arkadaşı olduğunu zannettiğim, otuzlu yaşlarda, kafasının üstü kel, yanlarda ise kısa saçları olan, büyük burunlu bir adam geldi. Kız o anda çok mutlu görünüyordu, hemen sarıldı gelen adama, birkaç saniye öyle kadı, sonra yerine oturmak için hamle yaptı, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. O sırada oğlan gelen bu yabancıya selam vermek için ayağa kalkıp elini uzattı, “merhaba” dedi. Adam gayet itici bir tavırla gözünün ucuyla bakarak oğlanı selamladı ve adını söyledi, sonra hemen kıza doğru döndü. Oğlan “biliyorum, daha önce tanışmıştık, ama sen hatırlamazsın muhtemelen” dedi, adam bir an oğlanı baştan aşağı süzüp, yine kıza doğru döndü, arka masadan bir sandalye alıp kızın yanına oturdu. Adam kıza çok yakın oturduğu için söylediklerini duyamıyordum, sadece ara ara kıza derin ve anlamlı bakışlar atıyor ve arada saçını okşuyordu. Adam gerek tavırları, gerek kıza karşı davranışı ve gerek kutu sigarası ve üstündeki zippo çakmağı ile tam bir yavşaktı. Her nedense ilgim azalmıştı yan masaya, ama hikâyeyi bitirebilmek için sonuna kadar sabredip devam ettim gözlemlemeye. Bir süre adamla kız güle oynaya muhabbet ettiler, biralar geldi, boşlar gitti. Sonra adam masadan kalkıp tuvalete doğru yol aldı. Oğlan bu durumu fırsat bilip, birkaç saniye bekledikten sonra kıza dönüp, “ben artık gideyim” dedi. Kendi adıma mutlu olmuştum bu istek karşısında zira ne kadar rahat ve umursamaz bir insan olsam da bu görüntü çok iğrençti, bitmesi için yalvarabilirdim. Kız “bekle ya, birazdan birlikte kalkarız” dedi. Biraz sonra adam geri döndü, hoş olmayan görüntüler bir süre daha devam etti. Sonra oğlan masadan sessizce kalkıp tuvalete doğru yürüdü, ikisi de önemsemedi oğlanın kalkmasını. Oğlan gittiğinde adam kıza iyice sarmaya başladı, aralarında ne konuştuklarını duymam imkânsız oldu. Sonra tam olan geri geldiğinde kız adama doğru, oğlanın da duyabileceği bir şekilde “geçti borun pazarı” dedi. Oğlan masaya oturduğunda şu an tam olarak anımsayamadığım, birkaç aşağılayıcı cümle söyledi adam, oğlan sakin ve zekice cevaplarla, taarruzu geri savuşturmayı becerebildi. Adam artık kızın kulağına doğru, ağzını kapatarak, fısıltıyla konuşuyordu.
Sonunda final sahnesi gelmişti, üçü de masadan kalkıp, hesabı ödemeye doğru gittiler, sonra kız tuvalete gitti, iki erkek de birbirinden oldukça uzak duruyordu. Adam elindeki, kocaman ve dokunmatik ekranlı telefonla uğraşıp durdu kız gelene kadar. Sonra kız adama sarılıp vedalaştı. Ayrılmak üzere oğlan adama selam vermek için elini kaldırıp gülümsedi, fakat adam yüzünü ekşiterek hemen kafasını çevirdi, oğlan sırıtır bir pozisyonda, eli başının yanında havada olarak birkaç saniye kaldı. Sonra, kız ve oğlan birlikte adamın tam tersi istikamette yola koyulup gözden kayboldular. Ben de artık masamla baş başa kalmıştım, karşı sandalyeye baktım, sonra önümdeki birayı bitirip, masadan kalkarken bomboştum.

seçim vaatleri üzerine

Seçim dönemlerinde, yıllardır karşılaştığımız, aday partilerin bir nevi güç göstergesi haline gelmiş eylemlerinden, son zamanlarda en aktif olanı sanırım, ‘seçim vaatleri’. Oy kazanabilmek için aday partilerin yapmak istedikleri icraatları göz önüne sererek reklam yapmaları yanlış bir eylem değil tabii ki, hatta bazı çevrelerde gayet mantıklı bir eylem olarak da görülebilir. Fakat burada seçmen olarak dikkat etmemiz gereken, bu vaatlerin ne kadarının gerçekleşebilir olacağı, hatta ne kadarının gerçekleştirildiğidir.
Siyasi partilerin ülke yönetiminde biz halkı temsil ettiğini düşünerek, kimimiz bu öngörülen vaatlerin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini takip edebiliyoruz, kimimiz de bu durumun hiç farkında olmadan bilinçsizce seçiyoruz adayları. Tabii ki bu konuyu herkesin takip etmesi mümkün olabilecek bir şey değil, kaldı ki gerekli de değil, zira bu işleri layıkıyla yapabilecek bir kurumumuz var; Yüksek Seçim Kurulu (YSK). YSK’yı ülkemizdeki seçimlerin genel yönetim ve denetimini üstlenen, egemen, üst yargı mercisi olarak tanıyoruz. Bu bağlamda düşünerek seçimlerde vaatleri olan adayların kontrolünü yapabilecek yetkiye sahip olduğunu çıkarmamız yanlış olmaz. Hatta en son 1988 yılında değişiklik yapılmış YSK’nın görev ve yetkilerinden ilk üç maddesinin sadece seçimde kullanılacak matbuu evraklarla ilgili olduğunu göz önünde bulundurursak, yukarıda önerdiğim görev çok daha anlamlı olacaktır.
Peki YSK’nın bu türde bir görevi üstlendiğini varsayarsak, kontrol mekanizması nasıl işlemelidir? Bu soruya ilk cevap olarak, basit bir mantık yürütmesi yapabiliriz. Diyelim ki bir siyasi parti genel seçimlerinde on adet temel vaatte bulunuyor, bu partinin öncelikli işi bu vaatlerini yazılı olarak YSK’ya sunması ve YSK’nın görevi de iktidara geçen partinin bahsi geçen vaatlerin gerçekleştirip gerçekleştirmediğini kontrol etmek olmalı. Örneğin bu parti iktidar olduğu dönemde vaatlerinin yalnızca yarısını gerçekleştirebilsin. YSK’nın devreye girdiği nokta tam da burası olmalı ve görevi de, bu iktidardaki partinin bir sonraki seçim döneminde aldığı oyların -vaatlerinin sadece yarısını gerçekleştirdiğini göz önünde bulundurarak- yalnızca yarısının geçerli olmasını sağlamak. Böyle bir formülle hem aday partilerin yapamayacağı vaatler vermesini önleyebiliriz, hem gerçekten hizmet yapmak isteyen partilere bir fırsat vermiş oluruz, hem de aday partilere, seçmenlerin, körü körüne oy vermelerini engellemiş oluruz.
Bahsettiğim yapı basitçe düşünülerek ilk akla gelebilecek fikirlerden sadece birisi, üzerinde biraz daha kafa yorarak çok daha ideal bir seçim yöntemine dönüştürülebileceğini öngörmek hiç de zor değil. Fakat yukarıdaki fikir ya da daha iyisi yürürlükte olsa da olmasa da, seçmen olarak aday partilerin yapamayacakları vaatler vermelerini engellemek adına, seçim sonrasında iktidara gelen partilerin vaatlerinin gerçekleştiğini kontrol etmek ve bir sonraki seçimlerde buna göre hareket etmek, insanlık adına yapılabilecek olan en iyi eylemlerden birisi olacaktır.

May 8, 2011

Domatez Çorbası(Kıtır İçerir)

Kim ki beni ararsa buluyor.Bela mıyım mevla mı anlamadım.Her iki kategoride de yer aldım.Bu yüzden yok cevabım.

Ağzına götürdüğü son kaşıktan sonra alelade bir cümle çıktı ağzından,ağzındaki çorbadan anlaşılması zor olan...Dedim ya alelade,bu yüzden anladım kolaylıkla.Diyor ki,çorba çok sıcak.Ufff derken iç sesim onu onaylamak zorunda kalıyorum;evet...Roka da serinletiyor ağzımın içini diyor daha anlaşılır kelimelerle.Kıçından feyz alarak bile uzun konuşmalara sebep olabilen bu adam neden beni buldu diye soruyorum kendime.

Bir çorba istemeye karar veriyorum lokantaya oturduğumuzdaki fikrimin aksine.Domates çorbası istiyorum.Domatez çorbası mı tamam abi,şeklinde bir karşılık alıyorum.Bu lafın üzerine biraz da şımarıyorum;abi olmuşum.Arkasından bağırıyorum;kaşarı bol olsun...İnsanoğlu bu,kaşarı bol bulsun derken sus diyorum iç sesime,böyle bir laf yok diye...Kıtır var ise kıtır da olsun diyorum.O yok be abicim cevabını alıyorum.İkinci kez abi oluyorum ve biraz daha şımarıyorum.Bizim oradaki lokantalarda hep oluyor yalanını söylüyorum doğup büyüdüğüm şehrin lokantasında...

Çok acıktığı her halinden belli.Ekmek lokmaları kocaman ve çorba alışları kısa aralıklara sahipti.O zaman zarfında düşünmeye vakit ayırabildim biraz.İç sesimi dinlemeye başladım da diyebilirim.Ayıya bak nasıl da yiyor diyordu.İnsan her zaman mükemmel şeyler söyleyen bir iç sese sahip olmayabilir.Ben de bunlardan biriyim.Güzel şeyler söylediği olurdu,ama bana...Başkası hakkında böyle geveze yorumlar yapar dururdu.Anlaşıldığı üzre gıcık bir yapıya sahipti.Susturmak ne mümkün,ancak ben konuşursam mümkün.Ama onun düşüncelerini de insanlara dile getiremem ki...

Kötü olmak cesaret işidir.Bir kişiye kötü olacak kadar cesaret yok iken bünyemde nasıl ele geçirebilirim tüm dünyayı elime...Bir yerden başlamak gerek dedim ve hassiktir lan dedim ona.Bu biraz ağır kaçtı galiba...Neyse ki anlam veremedi bu yersiz küfrüme zira anlam verebilseydi akıl sağlığımdan şüphe edebilirdi.Yuh dedim iç sesime,vur dedik öldürdün diye.Şu an itibarıyla anlattığı saçmalıkları dinleyen tek kişi olarak mevlası olduğum kişinin belası olup uzaklaşmayı denemeliydim.Kontrolsüz bir güçtü anlaşıldığı üzre benimki.Ortası yoktu kesinlikle.Bu cümlemle o deyişi de sorgulama sürecine girmiş bulundum.Bu süreçten,içeriğinden bahsetmeyeceğim elbette size.

Kaşarlı çorbam geldi,bu süreçlerden sonuncusunu tamamlayamadan ben.Bir de kaşarlı ekmek getirmişlerdi yanında.Katmerli bir zevk yaşatacaklarını düşünmüşlerdi akılları sıra,bana...Kaşarı çorbada bol istemiştim oysa.Edebi bir yaklaşım sergiledi iç sesim o esnada.Sahip hep böyledir hayat;sen yanında mesut olsun istersin,o başka bir yerde de olsa hep mesut olur...Ne alakası var ulan ipne,dedim iç sesime...Biraz alındı sanırım bu sözüme.Zira iç sessiz kaldım uzun bir süre...

Ohooo sen beni hiç dinlemiyorsun bir de küfrediyorsun üstüne şeklinde bir sitemle kendime geldim.Zira "ne alakası var ulan ipne" sözünü paylaşıma da açmışım o bir şeyler anlatırken...Alınganlık göstereceğini umut ederken;sensin lan ipne şeklinde laubali bir tavırla karşılaştım.

Gidebilmeliydim.Bu ilk gidişim olmayacaktı ama gitmelerim hep epey uzun zaman almıştı.Bir anda olmalıydı.Bir jilet kesiği gibi,acı vermemeliydi.Eğer olursa,böylesi ilk gidişim olacaktı...Yıkıp dökerek gittiğimden evvelinden hiç dönemedim enkaz yerine.Katil değilim ki,cinayet mahalline döneyim ya da deprem,artçı sarsıntılar yaratayım...

Çay içer misiniz abi sorusuyla yeniden kendime geldim.İkimiz adına hemen karar verdim,hayır.Ondan gidemezken henüz,en azından oradan gidebilmeliydim.İlk hamlem nedeniyle kendimi takdir ettim.İç sesimin de takdirini kazanmıştım.Helal olsun abi idi uzun zaman sonra duyduğum ilk üç kelime...

Hesaplar ödendi ve mekandan çıkıldı.Şimdi ne yapalım sorusuna verdiğim kısık sesli bilmem yanıtı onu yeni planlara itti.İkimizi içeren planlara.Onun çok samimi arkadaşı olan Selen'i de çağırıp başka bir ortak arkadaşlarının evine gitmemizi önerdi.Yeni insanlarla tanışacak olmak ve karşı cinsten birinin ortama katılacak olması daha iyi bir planı olmayan beni ikna etmeye yetti.Can evimden vurmuştu.Artık değişeceğimi,bir saattir beynimi siken bu adam sayesinde sosyalleşeceğimi düşünmeye başlamıştım.Bu kişinin kendine söylediği binbir türlü yalandan en haincesidir.İnsan değişmez.Değişmeyi ümit eder.Ölene kadar değişeceği günü hayal eder...

Planda hiçbir sekme yoktu.Selen gelmişti.Çok konuşmadan gidilmesi planlanan yere ulaştık.Gittiğimiz evde hiç kimseyi tanımıyordum.Benimle tanışmak için de özel bir çabaları olmamıştı.Biz oraya gidene kadar epey içki tüketilmişti.Birbirinden çekinmeden küfürleşen kadın ve erkekler ile dolu bir evdi.Bir kadının en sevmediğim yanı küfretmesidir.Bir erkeğin de en sevmediğim yanı bir kadının yanında küfretmesidir.Çok konuşuldu.Hiç susulmadı.Nöbet devri yapılmıyordu.Kişiler zaman aralıklarına bakmaksızın lafı devralıyordu...

Gitmeliydim.Yıkıp dökerek de olsa gitmeliydim.Kapıyı açtım,aşağıya baktım.Hiçbir gidişimin geri dönüşü olmamıştı.Bu sefer de büyük ihtimalle öyle olacaktı.Atladım.Bu ilk gidişim değildi elbette ama son gidişimdi...

March 9, 2011

Var Başka Denizler

Her iyi yemekten sonra siyah çay içermiş başını geriye yaslayarak.Sadece sarhoş ve aşık olduğunda oturarak işermiş.Ailenin aptalı o imiş, öyle diyor.Gemisi şişenin içinde dururmuş, bazen sallar mutlu olurmuş.Gazetelerde savaş haberleri yokmuş, mertlik bozulmuş-muş...

Tuhafta bir adı var, şey...Neydi ? Bokum ben diyor, bok! Bokların adı olmaz, kıvamı olur, kokusu olur adı olmaz.Toplum bokuyum ben, o sıçtı beni buraya.Bir bokun ödevi sıçıldığı yerde öööyle durmaktır, durmak ve toprağa karışmak...

Sabaha karşı 4-5 suları.Haydarpaşa garı'ndayım.Okkalı bir yudum alıyor kırmızı tuborg'dan, o zamanlar Yakacık'ta oturuyoruz diyor, 80'lerin ortası, bahçeli bir evimiz var.Bahçesinde 6'ya 6 çift kale maç yaparsın o derece.Huzurluyum, insanlar sıcak, bitkiler senin benim boyumda.Aydos'tan esen rüzgar çam iğneleriyle tutuşturduğumuz mangalı yelliyor, Marmara'daki bütün adalar, Yalova sahilleri önümde uzanmış.Düşün Kaşıkadası, şurup kaşığı kadar görünüyor.Sigaraya o güzelliğe daha yakın olmak için başladım.Ne keyif be...Sigara çıkarıyor gömlek cebinden, yakıyorum.Kafası güzel.Saatine bakıyor ve zamanı geldi diyor."Neyin ?" dememe fırsat tanımadan çıkarıyor oltasını.Tam çinekop saati.Hafif aydınlandı mı hava yakalayamazsın.Bir-iki çektiğini alıyor.Sonrası ıskarta, hep kaya balığı.Kedinin tekine ziyafet çektiriyoruz anasını satayım.

Dalgakıran ilk gün ışığına hazırlanıyor.Balıkçı motorları dönüş yolunda.Anlatmaya devam ediyor.Belirli bir konu yok.Dinlemiyorum zaten artık.Mini etekli bir kadın beliriyor 20 metre ötemizde.Ağzında sigara denizi izliyor.Esen hafif meltemle gür saçları bir o yana bir bu yana savruluyor.Saçları dalgalardan yapılma.Sargın abi de bana anlatmıyor artık zaten, kendi kendine bir şeyler söylüyor.Tam anlaşılmıyor, yaklaşıyorum iyice, "Annem ölürse..." diyor.Annem ölürse ne yaparım...Annem ölürse ne yaparım ben...Tekrarladıkça gözleri nemleniyor.58 yaşında bir adam gözlerimin önünde ağlıyor şimdi.Ve ben 58 yaşında bir adam nasıl teselli edilir bilmiyorum.

Onu bombok bir şekilde bırakıp denize bakan merdivenleri çıkıyorum."Dikkat et!" diye bağırıyor arkamdan : "Bastığın yerlere dikkat et! Güvercinler sıçmış olabilir, boka saplanmak istemezsin..."

yarex.

February 14, 2011

Tuvalet Tası

Esas yazı öncesi kağıt üzerinde akan açıklama yazısı diye başlıyorum ancak böyle bir şey olanaksız olduğundan direk yazıyorum.

Biraz sonra okuyacağınız yazıda ismi geçmeyecek olan kişilerin çoğu,kuruluşların tamamı gerçektir...

Acil bir durum,iznin ya da idare ekibinden herhangi bir kişinin isteği olmadıkça dışarıya çıkılamayacak bir yere girmemle yazımın temelleri atılıyor diyebilirim.

Bu yerde iken ülkenin çok önemli kurumlarından birinin düzenlediği bir sınava katılmaya karar verdim. Bu sınava daha önceden de defalarca katıldığım için başvuru yapma konusunda zorluk çekmeyeceğimi düşündüm. O an bir zenci belirseydi yanımda, çok üzgünüm dostum, diyerek omzuma iki defa dokunurdu. Başvuru yapmak için aldığım bir günlük izin demek ki yeterli olmayacaktı. Bunu yazmaktan çekindiğimi belirtmek istiyorum. Zira iki eliyle bir sikini doğrultamayan adam olarak nitelendirilmek istemiyorum. Deyimleri pek sevmiyorum. Çünkü dokunmadan bile birçok kez doğrultmuşum.

Ertesi gün, başvuru için bir kez daha izin istedim. Kısıtlı bir süre içinde işimi halletmem gerektiği söylendi. Dışarı çıktığım için bir tane de tuvalet tası** almam istendi.

İkinci gün ve yine hüsran... İdare ekibimi mağduriyetime inandırmak adına belge niteliği taşıyan bilgisayar çıktılarını da yanıma aldım. Bir iş becermiş olabilmek için tuvalet tasını almayı kesinlikle unutmadım. Bana verilen süreyi aşmamak için hızlı adımlarla ilerlemekteydim. Sıralı ağaçların olduğu bir yoldayken, hafif esen rüzgarla dallarını terkeden yaprakları gördüm. O an için düşündüğümü söyleyemem ama cümleyi bitirmemle birlikte, bu sefer kaybedenin terkeden olduğunu düşündüğümü söyleyebilirim.

Olaydan Erol Çimen'e olaydan Erol Çimen'e...

Süzülerek yere yaklaşan yapraklar bana bir Hügo oyununda olduğumu hissettirdi. Sanırım görevim, dökülen yaprakları tuvalet tasında toplamaktı. Yönlendiricim pek iyi bir yarışma sergileyemedi. Sadece büyük sarı bir yaprak yakalayabildim. Ama olsun, bu 100 puanlık bir yapraktı. Rakiplerimin puanlarını çok da beklemedim. Kendime ait sanal dünyamda elbette birinci, bendim. Bir de babamın kanal dünyasında birinci, bendim. O sayede bu vücuda ve dolayısıyla bu yazıyı yazan sağ ele sahiptim.

Gerçek dünyaya dönüşümde; derdimle, çıktılarla ve tuvalet tası ile beraberdim. Bir izni daha nasıl isteyebilirdim. Yolda, halimi anlatacak cümleleri birkaç kez tekrar ettim ve bilgisayar çıktılarının yanına yerleştirdim. Yanlarına vardığımda beni bekleyen soruları düşündüm. Aslında geleceği bu kadar kafasına takan biri olmadım hiç. Yakın gelecekte neler yapabileceğimi düşünürüm arada sırada. Yine kişiliğimden ödün vermediğim için kendimle gurur duydum. Anlaşıldığı üzre karmaşık duygular içindeydim.

Evet haklıydım ama biraz da ikna edici olmalıydım.Bu yüzden onlara anlatırken hüzünlü ve kısık bir ses tonu kullandım.Elimdeki çıktıları da onlara sundum.İçeriklerine dahi bakılmadı ancak bir tane daha izin için bana epey yardımcı oldular.O ana kadar elimde tuttuğum tuvalet tasını sundum onlara minnettarlığımı sunmak için.Hemen yeniden yola koyuldum.

Bu sefer ne endişem vardı ne de elimde bir tuvalet tası. Bir otobüse atlayıp sorunun merkezi olan sınav merkezine doğru yola koyuldum. Her nedense, yanına oturduğum adama mağduriyetimi ve olan biteni bir bir anlattım. Adam da bana hak verdiğine göre ikna kabiliyetimi tescillemiştim. Sıra ona gelmişti. O da bana çocuklarının eğitiminde yaşadığı sıkıntıları anlattı. Sıra bana gelmişti. Ben de ona hak verdim. Alışverişimiz otobüsün son durağa gelmesiyle son buldu. Birbirimize borcumuz kalmış ise de birbirimize hakkımızı helal ettik.

Bir film gibi başlatmaya çalıştığım yazıma yine bir film gibi son vermek niyetindeyim. Elbette, filmler mutlu sonla biter. Benim film gibi bitmesinden kastım bu değil, kesinlikle ...

Sınava başvurumu gerçekleştirip geri döndüğümde girdiğim alaturka tuvalette karşımda kocaman Erkan Plastik yazısıyla yeni aldığım tuvalet tası bakıyordu bana ...

Ve yazılar akıp gidiyordu demiyorum. Yazının başında böyle bir şeyin mümkün olmadığını belirtmiştim ya...



**Tuvalet Tası: Ben küçüklüğümden beri "maşrapayı" bu isimle bildim.Bu yazı vesilesiyle genelde kullanılan ismini öğrendim.

Erol Çimen

January 11, 2011

Tükenmez Kalemle Bulut Çizdim

Yüzünü gökyüzüne çevirerek uzandığı çimlerde bir elinde tükenmez kalem, diğerinde de küçük bir not defteri vardı.

Birkaç kelime karaladıktan sonra böyle yazmaya devam edemeyeceğini anladı. Kalemin ters olmasından dolayı mürekkep yer çekimine yenik düşmüştü.

Gökyüzüne bakmak istiyordu ama yazmaya da devam etmek istiyordu. Bir süre hangisini daha çok istediğini düşündü. Cevabı yazının ilerleyen satırlarında gizli... Yok yok düzeltiyorum; açık seçik ortada. Şimdi açıklıyorum hatta: Biraz önce uzandığı çimlerde şimdi oturmaktaydı. Gökyüzünü görmesi için yazmaya ara vermesi yeterliydi. Akıllıca bir karar vermişti, ona göre. Bir süre kendini, bu kararını düşündü. Yok yok yanlış anlaşılmasın. Kendini, sevmesi gerektiği kadar seviyordu...

Sadece "bulut geçti gözyaşları kaldı çimende, gül rengi şarap içilmez mi böyle günde" sözlerine sahip olan şarkıyı hatırlatan kısa süreli bakışları, güzel hikayelerdeki gibi bulutları herhangi bir şeye benzetmesi için yeterli değildi...

Her neyse dedi, bu şarkıyı mırıldanmanın zamanı değildi.

Başlarken yaz mevsimini anlatmayı düşündüğü yazısına şöyle bir göz gezdirdi. Yaz kelimesi hatta deniz, kum, güneş kelimeleri dahi bir kez bile geçmemişti.

Sevgi sözcüklerinden herhangi birinin tek bir kez bile geçmediği bir ilişkide olduğu gibi yaz kelimesinin tek bir kez bile geçmediği yaz mevsimi konulu bir yazıda ısrarcı olmaması gerektiğinin farkına vardı.

Yüzünü gökyüzüne çevirdi ve yazmaya devam etmek istedi. Mürekkep yer çekimine bir kez daha yenildi...

Erol Çimen