December 17, 2009

Aşk Neye Benzer?

Fidan gibidir aşk,su da sevgi.Fidana az su versende ölür çok versende.

Aşkta da böyledir.Sevgini az göstersende biter çok göstersende.
Onun için suyu da zamanında vereceksin,aşkta da sevgini.
Faydasızdır ikisinde de fazlası da azı da.
Fidanın meyve vermesi için bekleyeceksin,aşkta da böyledir bu.
Sabır edeceksin tadını almak istiyorsan.Geçirmeyeceksin meyvenin ömrünü,çürütmeyeceksin.Zamanında alacaksın o tadı.
Aşkta da böyledir.
Unutmayacaksın ağaçta meyve biter ama özü ondadır,
Ne karlar,kışlar atlatır,kurur ama yeniden canlanır baharda.
Sağlam atmıştır kökünü.Senin aşkınında kökü sağlamsa eğer,
Ne olursa olsun,ne acılar çekerse çeksin,kimler gelirse gelsin günün birinde tekrar canlanacaktır.

yazan:H.Gökekiz
blog'a taşıyan:n.ü.

Gece

Gecedir insanı kendisi ile buluşturan,

o zaman sorarsın işte,çekersin sorguya kendini.
"Çok mu şey istiyorum ?"Allah'ım senden diye.
Ama bulamazsın bir cevap.
Çünkü sendedir sır.Anahtardır elindeki.
İstediğin yeri açarsın da,kitlersin de.
Ama önemli olandır doğru kapıyı açmak.
Bilmesende ardında ne var girmeden içeri.
Daha önceden çıktığın kapıdır belki,
diyeceksin biliyorum olan şeyi,
eski püskü şeylerdir diyeceksin.
Yapmayacaksın o hatayı,
değiştirmiştir belki herşeyi....

yazan:H.Gökekiz
blog'a taşıyan:n.ü.

December 12, 2009

Bedeni Doydu,Gözlerim Gördü

ŞİMDİ

Aslında herşeyi biliyordum.Çünkü bu benim hikayemdi.
Kadınım üryan bir halde ayaktaydı.Üzerine hızlıca yürümemi korkularıyla değerlendirdi.Kadınımı tutmak aslında sarılmak için yaptığım hareket,kendisine emanet kestane rengi saçlarından son bir tutamına sahip olmama neden olacakmış.
Önce kör oldum,7.katın penceresinden aşağı düştüğünü göremedim,sonra sağır oldum,çığlıkla örtülmüş  parçalanan  kemiklerin sesini duyamadım.Fakat kan kokusu sandığımdan daha hızlı yayılıyormuş.Örselenmiş hislerimle aşağı baktım.Çok yoğun kırmızı ve ait olduğu yerin dışına çıkmış organları-kokoreçi çok severdi-gördüm.Sonra yatakta duran,ben odaya girdiğimden beri soğukkanlılığını kaybetmeyen O'na baktım.Az önce yaşananları önemsemeyecek kadar yorgun,durağan bir halde yarım kalan sigarasını bitirmekte  kararlı ve hep bildiğim gibi umarsız.

YAKIN ZAMAN ÖNCE


O
Bir heyecan arayışı içerisindeydim herzamanki gibi.Ki bu zaman dilimlerimde SEN,hep karşıma çıkardın.Ya içerisinde  olurdun ya da çevresinde.Yani bir şekilde bütün olurduk.Yaşadığım-senin olamadığın veya olmaman gerektiği anları-olayları bir merak temsilcisi gibi dinlerdin.En ufak ayrıntısına kadar sorar,işine nerede yarayacağını bilmediğin detayları bile merak ederdin.Kendi fantazilerin ışığında yaptıklarımı görmeye çalışırdın.Seni merakta bırakmakta hoşuma gitmiyor değildi.Bazen paylaşmak,yaşadığım rezillikleri anlatmaktan beter hale geldiğinde bile bana saygını kaybedene kadar sorguluyordun.Ve yine beni heyecanlandıran bir teklifle gelmiştin.Önerini anlatırken yüzündeki ifade-heyecanlı bir gerginlik,pişmanlık ve kayıtsızlık- görülmeye değerdi.Önerilerimize HAYIR demek mi?Sevgiden öte saygızlığın alası olurdu.

KADIN

İlk Temas
O'nu bir akşam yemeğe çağırdın.Zaman zaman bahsettiğin anılarda ki O,şimdi karşımda.Çok ciddi giyinmişti.Uzun,traşlı bir yüz,hoş gülümsemesini güçlendiren beyaz ve muteşem dizilmiş dişler,küçük gözlerinin hükmedici bakışlar.Söylediğin gibi yakışıklı.
Yemek sırasınca benim varlığımla çok ilgilenmedi.Konuştuğu sürece gözleri ve bedeni sana bakıyordu.Göz göze gelmeyi bekledim.Nafile.Yemekten sonra masayı kaldırmayı görev olarak üstlendin.Mutfağa gittiğin sırada O sigarasını çıkardı,bana ikram etmeden sigarasını yakıp elini-bir erkeğe fazla zarif- bana uzattı.Elinde bir davet vardı.Nasıl bir güdüyle hareket ettiğimi bilmeden bende elimi uzattım ve şöyle dedi:
-Herşey çok güzel olacak.
Anlamadım neden bahsettiğini ama beni etkilemişti bu dört kelime.Sonra panik içerisinde kalktım,masada kalan bir kaç tabağa ne yapacağımı bilmeden baktım.Mutfaktan sesin gelince irkildim.Tabakları toplayıp mutfağa getirdim.Yüzümde ki o beyazlığı ve telaştan yorulmuş  gözlerimi farkettin,eminim ama sorgulamadın.Bu sırada dış kağının açılıp hızla kapanan sesini duyduk.Ve gece boyunca tek kelime etmedin.-aslında her gün ki gibi-

İlk Buluşma
Senin söylediğin saatte lokantadaydım.Randevu konularında o kadar duyarsızdın ki,beni şaşırtmadın.Bize tahsis edilen yerde oturmuş bekliyorken,karşıma tatlı bir ses tonuyla "Merhaba"diyen kirli sakallı biri oturdu.O.Hükmedici bakışları unutmam mümkün değildi.Ve bana O'nunda geleceğinden hiç bahsetmemiştin.İyi ki de öyle yapmışsın.Çok hoş bir heyecan yaşadım.Direk bana bakıyordu.Seni sordu.Bilmediğimi söyledim.Çok aç olduğunu söyleyip siparişlerimiz hemen verdi.O,benimde ne yiyeceğime karar vermişti.Ve her zaman yediğimden.Az pişmiş SOLARES.Şarap buseleri ve çatal-kaışık sedalarında konuşmaya başladık.Önce senden,sonra kendimizden.Seni sordu yine.Ve hala yoktun.İyi ki de yoktun.Eğleniyordum.En son ne zaman böyle romantizm yaşadım?Hatırlayamadığım kadar uzun zaman olmalı.Yine seni sorduğunda anladım ki O da senin gelmeni istemiyordu.Kalktık,uzun bir yol olduğunu bildiği halde benimle eve yürüyerek dönmek istediğini söyledi,hükmetti.
Sarılarak yürüyorduk yorulmuş kaldırımlarda.Soğuk,fiziksel samimiyetimizi giderek güçlendiren diğer bir koşuldu.Diğeri de SEN.Birşeyler anlatıyordu,eğlendireninden.Sözünü bitirmeden durdu.Durdum.Çenemdem zarifçe kaldırdı,sözleri şarap kokan öpücükleri oldu.Reddetemedim.Reddetmekte istemiyordum.
Eve geldiğimizde yoktun.Arzu ettiğim durum.

İlk Sevişme
Güdülerim ödüllendirmişti;dudağımı,ellerimi,ayaklarımı,dilimi,östrojenimi,
adrenalinimi,göğüslerimi,sırtımı,kalçalarımı,vajinamı ve en önemlisi kadınlığımı.Gerçekliğin sırtında,mutluluk ve tatmin içindeki beden.
Kapı açıldı.Sen karşımda bana bakıyordun.Adamlarını hızlaca bana yönlendirdin.Senden uzakta olmak istiyordum artık,unutmadığım açık pencere bunu mümkün kıldı.Senden sonra ikinci kötü tercihimi yaptım.

BEN
İlgisizdim,kadınım dediğim varlığa karşı.Ve bundan kaynaklanan yetersizliğim.Mutlu edemeyeceğimi bildiğim halde sıcak koynundayım.İtirazsız devam ettim,herşeyin farkındayken bile.Bu eksikliğimi ona unutturacak birini bulmak,düşündüğümün en sağlıksızı ve en iyisiydi.Buna kanaat getirmiştim.Şimdi zor olan bunu anlayabilecek bir aşina yüze ihtiyacım vardı.Benim kadar düşünceli ve anlayışlı birine.Ve O,benim küçük lütfum.

yzn:ncnvr

November 22, 2009

September 15, 2009

mâni

karadır düzen sazın,
güldür öpem yüzün,
aşıklar durmaz söyler,
herdaim yârin sözün.

cem

August 28, 2009

açık pembe

Sınıftaki yaklaşık otuz kişiden yalnız o benim ilgimi çekmişti, tabi yanına gidip konuşmam için en azından bir on günün geçmesi gerekiyordu, geçti de. Dersin başladığı ilk gün, sınıfta olmasına rağmen onu pek hatırlamıyorum, hatta ikinci gün de. Sonraları ilgim oluşmaya başladı ona karşı. Peki, nasıl bir ilgiydi bu. Hep aynı yere oturuyordu ve bu bahsettiğim on gün içerisinde kimseyle konuşmamıştı, derslerde herkes sorular soruyordu ama onu hiç sorusu olmamıştı. Önce sesini merak etmeye başladım, sonra bu merakım dokuzuncu günün sabahında sınıfa karşı söylenen cılız bir günaydın kelimesiyle sona erdi. Bir süre sonra derslerde ne zaman boş bulunsam onu izlemeye başladım, sınıfımız kolçaklı sıraların üç duvar etrafına sıralanmasından oluştuğu için aslında tam karşımda oturuyordu. Derste, soruları çözüyordu, yapılan komikliklere küçük gülümsemesiyle eşlik ediyordu. Tek eksik şimdiye kadar kimseyle konuşmamış olmasıydı, ders aralarında, biz grupça dışarı çıkarken o, sınıfın bulunduğu katta pencerenin yanında duran sandalyede oturuyordu bazen, bazense sınıftan hiç çıkmıyordu. Onuncu gün gelmişti işte, ilk ders arasında ona tekrar bakıp dışarıya çıktım, çok masum görünüyordu. İkinci arada arkadaşlarımın yüksek ısrarlarına rağmen sınıfta kaldım, sınıfta onun ve benim dışımda iki kişi daha vardı, önce bir süre bekledim, nedense, sanırım biraz cesaretimi toplamam gerekiyordu, sonra düşündüm ki eğer şimdi konuşmazsam beklediğim zaman hiç konuşamayacaktım, çünkü bunu daha önce de denemiştim, yedinci ve sekizinci günlerde. Sonra birden nasıl olduysa o rahat halime döndüm ve hiçbir şey olmamış gibi gidip yanına oturdum. O sırada önündeki çalışma notlarının, boş bulduğu bir sayfasına, uzun yapraklı, temelde papatyaya benzeyen bir çiçek figürü çizmeye çalışıyordu. Yanına oturduğumu fark etmedi mi, yoksa fark etti de umursamadı mı bilmiyorum, bana doğru dönmedi. Sonra merhaba diyerek konuşmaya başladım, nasıl olduysa bir şekilde muhabbeti uzatabildim, konuşmayı sevmiyormuş gibi görünmüyordu, gayet samimiydi, sorduğum sorulara hiç çekinmeden cevap verdi. O konuşma süresinde içimde garip bir mutluluk hissettim ve kendi kendime “konuşabiliyormuş” dedim. O gün onun için nasıl bir gündü bilmiyorum ama benim için oldukça güzel bir gündü. Sonra tamam dedim “oldu bu iş” demek ki birisinin konuşmayı başlatması gerekiyormuş, artık yavaş yavaş diğerleriyle de konuşur. Sonraki gün gözlemleme günüydü benim için, yanına gidip konuşmadım, sabah geldiğinde selam vermedi ve her zamanki yerine oturdu. Yine eskisi gibi kimseyle konuşmadı gün boyunca. Küçük beynimin bu iş için oldukça yetersiz olduğunu düşünmeye başladım, zira hiç bir şey değişmemişti. Ertesi gün ders arasında dışarı gelip gelmek istemediğini sordum, yanıt tahmin edildiği gibiydi. Artık bu iş ilgi olmaktan çıkmıştı benim için tam anlamıyla bir tutku olmuştu. Kimdi bu kişi ve neden kimseyle konuşmuyordu, hele şu sakinliği, beni deli ediyordu, nasıl beceriyordu bunu, nasıl bir hayat yaşamıştı, ya da böyle olmasının nedeni yok muydu, ama böyle olmamalıydı, konuşmalıydı bir şekilde, insanlar dünyaya bunun için gelirler, neydi ondaki. Beynimin yapabildiğim bütün kıvrımlarını harekete geçirerek onlarca kurgu oluşturdum ve halen devam ediyorum. Şu anda önümüzde iki günlük hafta sonu tatili var ve bu iki gün merak ve kurgu dolu geçecek gibi, pazartesi uzak geliyor. Sakin bayanla bu sefer saatlerce konuşmak istiyorum.


cem

August 27, 2009

Bir Dilim Öfke-(Şiddetin İfşası)

23 Ağustos Pazar 12:15:30 (Ö.Ö.)
Akbük Sahili

Keyfin doruğuna yaklaştığım zaman dilimleri içerisinde telefonumdan gelen BİP sesine kayıtsız kalmadan heyecansızca baktım.Godfather lakaplı sim kart hafızasına kayıtlı birinden gelen mesaj:
Yalaka,parazit,pezevenk oğlum.
Başkalarının attığı kemiklerle beslen bakalım.
Şenpazeliğe devam.

26 Ağustos Çarşamba 09:45 (Ö.S.)
Annemin Evi

Yine keyfin doruklarına yaklaştığım zaman dilimlerinden biriydi.Küçük mutluluklar peşindeki beni,bu keyiften alıkoyan,sigara telleyip K Dergisi okumak için bulunduğum mutfağın kapısında ki esmer,kara dobiç,siyahla sevişmiş gibi duran o adam,sim kart hafızasında ki adıyla Godfather.Bir süre sakinliğimi ve gevşekliğimi kaybetmedim
-Telefonlarıma niye cevap vermiyorsun?
Yüzüne bakmadan elimdeki derginin satırlarını okuyordum.Aynı soruyu sorunca sonra okumam gerektiğine kanaat getirdim.Gergin kıvama giden yolun başına gelmiştim.
-Telefonlarıma niye cevap vermiyorsun?
İlk soruda ki ses tonuyla aynıydı.Sert ve gücenmiş.Bu soruyu neden sorduğunu düşünmeye başladım.Ne olduğunu ne yaptığını bilmiyormuş gibi cevap vermemi nasıl beklerdi.Uzun süre cevap vermemem ilerleyen dakikalar da fiziki boyutlardaki sertliklere zemin hazırlayabilirdi.
-Neden olabilir sence?
Düşünmesini istedim şiddetinin sebebini,kendimce sebeplerimi.Yanlış bir şey dilediğimi başından beri biliyorken,bu cevabı veriyordum.Hızını almıştı artık.
-Sen bir bok olamazsın,arkdaşlarının attığı kemiklerle beslenirsin ancak.Sana kemik atan arkadaşların bu eve gelmeyecek ,çok istiyorsan başka bir ev bul kendine.Sokaklarda sürünürsün sen,dilencilere dönersin.
Buna benzer şeyler,gerisini hayal etmek içim bir kaç acıların çocuğu filmi yardımcı olabilir.Ve kendince bütün hırsını anlatan bir cümle ile son buluyor konuşması,
-İnşallah geberirsinde ölünü görürüm.
Buna kayıtsız kalmadım temennisini temennimle süsledim.
-İnşallah
İvedilikle ve gergin bir şekilde sigaramı alıp dışarı çıktım,Godfather'ın ait olmadığı yeri terketmesini bekledim.

n.c.

July 25, 2009

Hesap özeti:

Eski de olsa analizin hakkı yenmemeli bu nedenle yazıyorum.

Lark 3tl (eski), 3.5tl (yeni)
Winston 3.9tl (eski), 3.9tl (yeni)
Larktan haftada 7 paket içsem;
3x7=21tl (eski), 3.5x7=24,5tl (yeni)
Winstondan haftada 7 paket içsem;
3.9x7=27,3tl
N ve Ü kişisi günde 3,5tl lark’a vermektense 3,9tl yi Winston’a veririm diyor, çünkü;
3,9-3,5=0,4tl
0,4x7=2.1tl
(haftada bu kadar para artsa bile larktan yine bir paket fazladan bile alamayacak az zarar değil çok zarar yanlısı)
2,1tl ye yapabilecekleri;
- Bir saat fazladan P.S. oynayabilir
- 2 paket kondom alabilir
- Dolmuş ücreti yapabilir
- Borç verebilir
- 10 kuruşlardan 21 katlı kule yapılabilir
- 1 bira alabilir (onu güvenli bulan bakkal depozitoyu almayıp yanına ucuz tuzlu leblebi alabilir)
Yazan:naci
Bloga yazan:cem

July 17, 2009

Dayak Nasıl Yenir Vol.2

tarih:16.temmuz.2009

saat:19 civarı

yer:İzmir, 515 numaralı belediye otobüsü

oyuncular:Cem, Cenk, Candan (ilk filmdeki oyuncuların hemen hemen hepsi) , 17-19 yaşlarında İri Bir Adam, 20-25 yaşlarında Çok İri Bir Adam (yan karakter), Çevik Kuvvet polisi (yan karakter), Sivil polis (yan karakter) , Polis karakolundaki memurlar (yan karakter), otobusteki yolcular (yan karakterler), bir bayan (yan karakter)

kurgu: 3 arkadaş, Cem, Cenk, Candan belediye otobusunun 4 lü koltuklarında seyir halindedirler durumları sakin, konuşmadan yorulmuş bir halde evlerinin yolundadırlar. Tabiki 4 lü koltukların dördüncüsünde de 17-19 kişisi oturmaktadır. Zaman geçer, 17-19 kişisi, karşısında oturan Candan arkadaşa "Ne bakıyosun, bir sorun mu var" der. Bunun üzerine Cem kişisi "karşısında oturuyosun, kime bakıcak tabiki sana bakıcak" der. 17-19 kişisi "Sen benimle nasıl konuşuyosun" der. Cem kişisi, "Nasıl ne biçim? Anlatıyom işte; karşısında sen oturuyosun tabiki sana bakıcak, bu çocuk da (Cenk kişisini göstererek) bana bakıcak tabi onun karşısında da ben oturuyorum, neden sinirlendiğini anlamadım" der. Candan kişisi "Tamam abi, kusura bakma bidaha bakmam" der. 17-19 kişisi Cem'e doğru "Senin canın dayak istiyor heralde, istersen bu durakta inelim, hepinizi sikerim valla" der ve düğmeye basar. Cem kişisi "Yok abi valla bugün canım hiç dayak yemek istemiyor, ben inmeyeceğim" der. 17-19 kişisi "Sen salak mısın?" der. Cem kişisi "Açıkcası bazı arkadaşlarım böyle olduğumu söylerler" der. İyice sinirlenen 17-19 kişisi "Sen benle dalga mı geçiyorsun" der. Cem kişisi "Hayır canım ne alakası var ben kimseyle dalga geçmem, sadece bazı arkadaşlarım salak olduğumu söyler, neden sinirlendiğinizi anlamıyorum ve bu durakta inmeyeceğim beyefendi" der. Bunun üzerine bir iki saniye bekleyen 17-19 kişisi, önce gözlüklü olan Cem kişisinin gözlüğünü çıkarmaya çalışır, sonrasında o kocaman eli ile Cem kişisinin kafasının sol tarafına sağlam bir yumruk indirir.Bunun üzerine sakinliğini koruyan Cenk kişisi adamın suratına birkaç yumruk indirir. Bu sırada otobus artık tam olarak durağa gelir ve 17-19 kişisinin daha önceden haber vermiş olduğu 20-25 kişisi otobuse atlar, kamera Cem kişisinin gözlerinden bakarken 20-25 kişisinin çok iri yumuğunu çok yakınında gözlemler. Otobus içerisinde gerilim had safhadadır, bu karakterler arasından olmayan normal (sade) vatandaşlar, "Atın bunları otobüsten" şeklinde bağırırlar Cem kişisi diğer bir yumruklan karşılaşırken. O sırada otobüs içerisinde olan bir çevik kuvvet polisi ve bir sivil polis gelip olayı yatıştırırlar. Polislerin geldiğini gören 17-19 kişisi "Ben bişey yapmadım, birden üç kişi saldırdılar" der. Cem, Cenk, Candan kişilerine çok yakında oturan bir bayan "Hayır, bu çocukarın bir suçu yok, deminden beri 17-19 kişisi onlara sataşıyor" diyerek gönüllerdeki yerine oturur, onun dışında herkes halen "Atın bunları dışarı" şeklinde bağırır. Ardından çevik kuvvet polisi Cem kişisine "Şikayetçimisiniz?" der. Aynı bayan "Tabi şikayetçiler" der, korkmuştur. Cem kişisi "Evet abi, bize bir ekip çağırabilirmisiniz" der. Bu sırada otobüsten inilir, sivil polis kimlik sorar, Cem kişisi "Siz polis misiniz?" der ve sivil polisin kimliğine bakar. Arbede sırasında Cem kişisinin en sevdiği t-shirt ü yırtılmıştır ve bu nedenle ekip arabasını beklerken üzeri yırtık bir halde caddenin ortasında beklemektedir. Doymayan 17-19 kişisi halen "Abi bişey yoktu birden üstüme saldırdılar" der. Cem, Cenk, Candan kişilerinden ses yoktur. Daha sonra ekip otosu gelir, Cem, Cenk, Candan kişileri arabaya binerler ve merkeze doğru yola koyulurlar. Karakolun bahçesinde bir süre beklerler. Cem kişisi "Sanırım sakinleşmemiz için bekletiyorlar, ama biz zaten sakiniz" diye düşünür. 17-19, 20-25 kişileri halen hakaret yağdırmaya devam ederler "Baksana içmiş bu uzun saçlı olan, abi tipe baksana, tiplerinde hayır yok zaten" şeklinde konuşurlar, polis memuru onları susturur. Cem kişisi başına aldığı darbenin etkisiyle kendini çok kötü hissetmektedir, zaten daha öncesinde doktora gitmiş olan Cem kişisinin beyninde bir problem olabileceği düşünerek doktoru beyin MR ı çekilmesini istemiştir, bu darbeler Cem kişisinin beynin problemini arttırır, bu nedenle kafasını dik tutamaz, kollarının üstüne doğru koyar. Polis memuru, her 5 dakikada bir Cem kişisine "Şikayetcimisiniz?" diye sorar, hepsinde "Evet " cevabını alır. Bir zaman sonra tekrar Cem kişisine "Şikayetcimsiniz? Zaten şikayetci olsan bile bişey çıkmaz" der ve ekran kararır.

Sonuç:

Psikolojik durumlar: Cem kişisi bu seferkinde ilk filmdekinden daha çok etkilenir, adeta çöker. Candan kişisi tedirgindir. Cenk kişisinin durumu bilinmiyor. 17-19 kişisi doymamıştır. 20-25 kişisi hiç doymamıştır.

yönetmen: Hayat

Alternatif isimler (Aka:Also Known As): Otobuste dayak (Turkish title)

July 6, 2009

Alternatif Serinleme Festivali

'Müziği sokak yapıyordu.Anayoldan arabaların geçmediği bir saatti ve dans ediyordum çift şeritli yolda tek başıma.
Tanga terliklerim ayağımda akıyordum asfalta.Çimenlere doğru kaydı gözüm,parmak aralarımı boşaltıp bastım fıskiyelerin sokak müziğinden ayrıldığı bir anda.İşte o an hissettiğim serinliği anlatamam...'

Alternatif serinleme festivali bu şekilde başladı.
SICAĞA,
ASFALTA,
TANGAYA,
TERLİĞE,
PARMAK ARASINA,
DENİZE,
KUMA,
GÜNEŞE,
DANSA,
FİLLERE,(filler ve çimen adlı filmden devşirilmiştir.)
SİVRİSİNEKLERE,
MİLİTARİZME(ne alakası var len)

KARŞI!!! FESTİVAL.

alternatif serinleme festivali.

Bizimle serinleyin.

June 29, 2009

vee karşınızda....


şimdilik devamı gelecek gibi görünüyor, ama bakalım.

June 2, 2009

Aylardır Gitmediler Ama Bir An İçin...

Zorla bindim o arabaya.Yan yana oturmak istemiyordum.Mesafe en sevdiğim şeymiş,yakın olma fantezileri içindeyken.Bu çelişkiler oldu sıkıntı sebebim.Aylar oldu ha şimdi gider dedim gitmedi ve farkettim gitmeyecek.Çıkmaz sokaklarda sıkıştım tıpkı o ahlak dersi topluluğu peşimdeyken bilinmiyen yerde girdiğim sokak gibi.Yordum kendimi bildiğimi zannettiğim sebepler içerisinde.
Tükenmişim ya da tüketilmiş.
Buz gibi su dolu bir küvette hissetmeyinceye kadar düşündüm.Seni senin gibileri,onu onun gibileri,beni ve benim gibileri.

Ve hep ihale bende kaldı...

May 30, 2009

06:37 AM

İlk kez gelmemişti bu fikir aklıma, uzun zamandır bunu düşünüyordum. Gün içinde ara ara aklıma geldiği oluyordu ama aslında akşamları artıyordu bu düşünceler. Kimi insanlar yalnız kalmayı seçmişlerdir ya da kendilerini öyle avuturlar, ben böyle değildim, en azından kendimi bu şekilde hissetmek istiyordum. Bazen hatıralarımda çok eskiden daha küçükken dahi böyle ilginç düşüncelerin kafamı kemirdiğini hatırlarım. Bazı insanlar kendilerinin normal olmadığını düşünürler ya da kendilerini öyle avuturlar, ben böyle değildim, en azından kendimi bu şekilde hissetmek istiyordum. Yıllar boyunca bazen kayboldu bu düşünceler aylarca hiç aklıma gelmediler, şimdi düşünüyorum da o zaman da yalnızdım, o zaman da normaldim nereden geliyordu bu düşünceler ya da neden kaybolmuştu bir dönem. Kimi teorilere göre en büyük tetikleyicisi bu özelliklerdir, hatta bazen bu işin uzmanları tedavi olarak hastalarına önce kendilerinin diğer insanlardan farklı olmadıklarını hissettirmeye çalışırlar ve farklı insanlarla tanışmasını sağlayıp bir tür sosyalleştirme çabası içine girerler. Bazı insanlar kendilerinin asosyal olduğunu düşünürler ya da kendilerini öyle zannederler, ben böyle değildim. Dönem dönem tanımadığım insanlarla konuşma konusunda, karşımdakilerin samimiyetine bağlı olarak değişen sessizlik süresi dışında, oldukça aşama kaydettim. Fakat halen sosyallik kelimesine bizim diyarlarda karşılık gelen anlamı anlayamamış olduğumu düşünmem, bana karşı yapılan asosyallik muamelesinin nedenini açıklayan tek olgudur. Bazı insanlar kendilerinin diğer insanları anlayamadığını söyler dururlar, ben böyle değildim. Bana karşı yapılan ikiyüzlü muameleyi hislerim dışında, gerçeklere dayandırarak anlayamayacak kadar saf olamadım hiçbir zaman. Öte yandan, beceriksizliklerini örtmek istercesine, insanları kontrol edebileceklerini zannederek yaptıkları zorlamaları da anlıyorum, küçük hükümet adamlarının. Korkmanın verdiği yalnız bir duyguyla yapılan şiddetin her türünü anlayabiliyorum. Yalnız olmadıklarını zanneden insanların kendilerine bu duyguyu bir an bile hissettirebilecek olan kırmızı odalara koşmalarını da anlayabiliyorum. Geçmişte düşünmemeleri için öldürülen insanların olduğu bir dönemde yaşayan ailelerimizin üzerimize fazlaca titremelerini de anlayabiliyorum, ama anlamsız bir korkuymuş gibi geliyor bana. Bazı insanlar ölümden korkmadıklarını söylerler, ben öyle değildim ya da öyle olduğumu düşünürdüm. Artık insanlar hangi yaştan olurlarsa olsunlar çok kolay ölümden bahsedebiliyorlar, merak ettiğim ölüme ne kadar yaklaşmış oldukları. Belki her gün ölümle yüzleşebileceğimiz bir ülkede yaşıyoruz ama eminim ki gerçekten ölümle karşı karşıya gelen birisi bu kelimeyi bu kadar kolay kullanamayacaktır. Bu düşünce yıllardır kafamda olduğu için alışmıştım artık, rahat rahat kullanabilirdim bu kelimeyi, ölüme de yaklaşmıştım zira. Bazı insanlar kimsenin kendilerini anlamadığından yakınır dururlar, ben öyle değildim ya da öyle olmak istemedim. Tanıdığım insanlar içimdeki rahatlık, özgürlük merakımı anladıkları için birer birer uzaklaşıyorlardı, düşünme ve öğrenme merakım yüzünden ise artık tamamen aşağılanır duruma gelmiştim. Ailem kendilerine benzemeyeceğimi anlamışlardı ki bu nedenle yaptığım bazı şeylere karşı çıkıyorlardı. Hatta hükümet yöneticilerimiz de beni ve benim gibi olanları oldukça iyi anlıyordu ki her yeni gün önümüze yeni engeller çıkarıyorlardı. Bunca olgunun arasında yazının başındaki asıl düşünceyi düşünmemem elde değildi, düzelemeyecek bazı şeyler vardı çünkü. Bazı insanlar kendilerini zeki olduğunu düşünürler, ben asla öyle olmadım. Mükemmelce yönetilmiş filmler, tasarım harikası binalar, insanlar üzerinde oynanmak için ustaca yazılmış oyunlar, böyle akıl almaz dolandırıcılar varken kendime zeki diyemezdim, demedim de. Küstahlığımın maksimum noktasına ulaştığımı düşünerek, uzaklaştım bir süre bulunduğum yerden, başka yerlere gittim, dolaştım aylarca hiçbir şey yapmadan, düşündüm, olmadı, geri döndüm, olamazdı zaten, bir ürperti geldi içime, uzandım yatağıma kalkmak istemedim. Sonra o gün geldi, beklediğim gün, düşlediğim. Sabah erkenden kalktım, saat altı civarındaydı, sonra üzerime en sevdiğim kıyafetlerimi giydim ve yatağımı topladım, mutlu hissediyordum. Kusursuz olmalıyım diye düşünüyordum ama niçin? Güzelce kahvaltımı da yaptıktan -zira kahvaltısız olmazdı- sonra bilgisayarımdan rastgele bir müzik seçtim ve monitörün üzerindeki kamerayla kayıta başladım. Tesadüfen bir şarkının “…ve hayat her şey yolundayken dur dedi artık…” kısmına gelmişti silahı kafama dayadığımda.

Cem

May 29, 2009

bir mikroorganizma anısı

(monera aleminden şükran ve hayvanlar aleminden leyla)
-Teknolojiye akıl sır ermiyor vallahi,kaplumbağa seriliğinde anlıyoruz olanı biteni.
-Bu teknolojinin hızına yetişebilmek ne mümkün şükrancığım.Aahh ah..
-Ne oldu şekerim?
-Kaplumbağa dedin de...Bir sevgilim vardı bu gıdığı pörsüklerden.Neler çektirdi bana bir bilsen sırtı kırılasıca.
Kadının erkeği beklediği görülmüş şey mi canım.Ama
işte o golgi aygıtı yok mu hınzırın..hahahhaahahaha
-Bilerek mi yapıyorsun bunu? Tek hücreliyiz diye bu kadarda yüklenilmez ki cık cık cık..bizimde arzularımız var dile getiremediğimiz ayıp yaaa.
-Ayy çok afedersin şekerim..
-Yok yani her geldiğinde başka hikaye.Yok bülbül dudağı,yok mecnun yanağı,ferdi tayfur bıyığı yok artık eşşeğin ziki!
-kızma şekerim yaaa.hem sen onu boşverde yeni dedikoduları anlat?
-Sizin alem iyice üstümüze çullanıyor.en son emo(elektron mikroskobu optiği)diye bir gözlük icat etmişler
ne özel hayat kaldı ne bişey.Zaten telefonlarımızda dinleniyor..
-aynen şekerim ya bizimde dinleniyor.
-Biz çoğalmayı düşünüyoruz bu aralar..terörist saldırılar planlıyoruz.Hani senin bi komşun vardı ya neydi adı?
-Virüsiye mi? hangisi ?
-hıh domuz virüsiye!
-Ee ne olmuş ona?
-İşte eylemimizin adı bu.Nasıl ironik ha?
-Fazlasıyla......yarex

May 4, 2009

Çift Sarılı Testis

yaşlı kadın.iyilik kokuyor resmen.götü bile.çok yaşlı.zor yürüyor.ama kulaklar tilki.kapı zili.iki çocuk.açlar.alıyor hemen içeri.dolap boş.sadece yumurta.tek bir yumurta.içli kadın.ağlamaklı.kırıyor yumurtayı.o da ne?çift sarılı yumurta.gözünün yağları akıyor tavaya.gözyaşları.mutlu son..

genç adam.zevk düşkünü.dolap boş.sadece yumurta.tek bir yumurta.yolk(yumurta sarısı) sever.karabiber.pulbiber.tuz.az pişmiş.haşlanmış.yumurta.çay kaşığı sonra.zevkli.6 dakika.ve oldu.soydu hemen.o da ne? yolk yok.çaresiz.içli.gözyaşları.acı son..yarex

March 22, 2009

teşekkür ederim

-Merhabalar
-…
-Merhabalar, nasılsınız?
İlk denemede, şaşkınlığım ve toyluğum ya da kelimenin sonundaki çoğul ekinin gerekliliğini düşünmem nedeniyle muradına eremeyince, ustalıkla bir ikinci hamle yaptı. Daha önceden hiç görmediğim birisinin benim nasıl olduğumu merak etmesini önemsemeden (artık modern çağda yaşıyorduk ve modern insanlar arasında böyle şeyler normal karşılanırdı) hızlıca yapıştırdım cevabımı.
-Teşekkür ederim, siz nasılsınız?
Sonrasında ortalama kırk dakika herhangi bir kelime çıkmadı ağzımdan. Çocuk taşırmışçasına özen gösterdiği kocaman torbayı yavaşça masanın üzerine bıraktı, biraz telaşlı gibi hızlıca poşetin kenarlarını yırtmaya başladı, fakat zalim poşet kendini öyle kolay hamlelerle karşısındakine teslim etmeyecek gibi görünüyordu, poşetle boğuşurken bir yandan da karşısındaki kişilere birtakım kurallar söylüyordu;
-Her seferinde gözden kaçırılıyor ama aslında çok önemli; sınav süresince yanınızda cep telefonu bulundurmanız yasak arkadaşlar, eğer yanınızda cep telefonu varsa lütfen bana teslim ediniz. Tekrar ediyorum cep telefonunuz varsa bana teslim ediniz, aksi takdirde sınavınız geçersiz sayılacak.
Söylerkenki ses tonu öyle sertti ki sınava giren konumunda olmamam ve cep telefonumun yanımda olmaması beni içten içe rahatlatmıştı. Bu konuşma üzerine ürkek bir şekilde mor atkılı bir bayan zarifçe çantasından cep telefonunu çıkarıp cellâdına teslim etmek üzere oturduğu yerden kalktı, bunu gören modern insanın tepkisi beklenen düzeydeydi;
-Ay inanmıyorum size.
Sakin bayan;
-Affedersiniz koyabileceğim bir yer yoktu, şehir dışından geliyorum da.
şeklinde savunmasını sunmak isterken, tekrar medeniyetin tokadına çarptı;
-Bahane değil bu ama neyse.
Modernizm gereği affetmesi gerekiyordu ve bunu son söylediği cümlede ses tonunu azaltarak ve “neyse” kelimesini kullanarak layığıyla yerine getirdi. Nedense hep birazdan yapacağı şeylerden bahsedip duruyordu;
-Birazdan arkadaşım sizlere cevap kâğıtlarınızı dağıtacak, cevap kağıdının kendi adınıza düzenlenip düzenlenmediğini kontrol ettikten sonra, doldurmanız gereken yerleri doldurunuz, daha sonra soru kitapçıklarını dağıttığımız zaman soru kitapçığı türünüzü cevap kağıdındaki uygun yere doldurunuz, sonra ben onları kontrol edip paraflayacağım, bunları sınav başlamadan önce yapmak istiyorum çünkü sınav başladığında sizi rahatsız etmek istemiyorum.
Salonda görevli olan ondan başka ben olduğuma göre az önce söylediği “arkadaşım” kelimesini bağrıma basıp, ösym’nin bana verdiği yetki ile sınav cevap kâğıtlarını dağıtmaya başladım. Ben dağıtırken görevimi layıkıyla yerine getirip getirmediğimi dikkatlice takip ettikten sonra sıra gelmişti kitapçık dağıtımına. Hayatımız boyunca bizi her kötülükten koruyan devletimizin yeterince güzel kurumlarından biri olan, hepimizin hayatımızın bir evresinde karşılaşmak zorunda bırakıldığımız, yalnızca karşılaşmakla kalmayıp adını beynimizin bize hiçbir oyun oynamayacağı bir bölgesine kaydettiğimiz osym’nin, bizi koruma görevini devlet anamızdan aldığı güçle yerine getirmek için yaptığı oturma sırasına göre sınav kitapçığı dağıtım listesinin biz görevli kullarına buyurduğu biçimde sırasına uygun olarak dağıtımına -aynı devlet anamızın gösterdiği özeni göstererek- başladık. Tabii ki bu sırada sevecen salon başkanım kitapçıkları doğru bir şekilde yerlerine yerleştirmem için büyük bir fedakârlıkla tüm sıralara gelecek kitapçık türlerini okuyarak yardım etti. Artık bize düşen kısmı neredeyse bitmişti artık geriye sınava girecek olanların dikkat etmesi gerektiği önemli ayrıntılar kalıyordu;
-Hızlı bir şekilde soru kitapçıklarınızın sayfalarını kontrol edip eksik bir kısmı olup olmadığını kontrol ettikten sonra kitapçık türünüzü cevap kâğıdındaki ilgili yere işaretleyiniz ve kitapçıklarınızın üzerindeki doldurmanız gereken kısımları doldurunuz, daha sonra bunları kontrol edeceğim.
Üstün zekâlıları saymazsak, ortalama bir insan beyni, yaklaşık bir saniyelik periyotlarla gözünün önünden geçen 150-250 kelime arasından, hele de başka bir dilde, okumadan nasıl eksikleri fark edebilir diye düşünmekten kendimi alamadım bir türlü, ama yapması gerekiyordu, zira bu önemli bir sınavdı; üniversitelerimizde belirli yerlere gelebilmek için gerekli olan en önemli gereçlerden biri olan yabancı dilimizi, başka hiçbir yerde olması muhtemel bile olmayan, yabancı dili konuşabilenin değil de o yabancı dile ait olan kelimelerden ne kadar çoğunu ezberleyebilenin yüksek puanlarla gurur kaynağımız olabileceği şekilde ölçen, üç saatlik masum süreçti bu. Düşünceler denizinden tok, kendine güvenen bir ses tonuyla çıkabildim ancak.
-Daha önce sorun yaşadığımız için tekrar ediyorum, sınav benim saatime göre başlayacak ve benim saatime göre bitecek.
Bu kesinlik arasında kapaklı cep telefonunun daha küçük olan, yalnızca saat, pil durumu gibi bilgileri gösteren küçük ekranını kontrol etti ve garip bir refleks ile kolunu farkında olmadan hafifçe sallayarak başlangıç düdüğünü çaldı;
-Sınavınız başladı arkadaşlar.
Kimisi gergin kimisi rahat olan bu “arkadaşlar” hemen başladılar yüksek öğrenim kurumunun bizim için tasarladığı zamanı kısıtlı olan dil ölçüm koşuşturmacasına. Tecrübeli olanlar ya da etrafındaki insanların onlara tecrübelerini aktardığı kadarıyla bu sınavdan haberi olanlar, bilgince bir tavırla önce kitapçıktaki soruları ardı ardına devirdiler ve bunları cevap kâğıdına daha sonra işaretlemek üzere cevap kâğıdını bir kenara ittiler.
Her modern insan gibi çay, kahve almak için kantine gitmek için hazırlanan sevgili salon başkanım, giderken benimde bir bardak çaya ya da kahveye hayır diyemeyeceğimi düşünerek usulca yanıma yaklaştı;
-Kantinden herhangi bir şey ister misiniz? Çay, kahve ya da su falan.
-Hayır, teşekkür ederim.
Görünümümle ters düşen bu davranışıma karşın saygıyla sineye çekti bu kararımı, halen onun gözünde ben de modern bir insandım, zira hem uzun saçım hem sol kulağımdaki küpe hem de gayet düzgün olan giyimim beni kurtarmıştı bu ağır suçlamadan. Her zaman şu anda yaptığım, “çılgınlık”, “çok samimilik” ya da “çok tatlılık” gibi sıfatları almama neden olan durumların eğer görünümüm bundan farklı olsaydı mesela herhangi bir kulağımda küpe olmasaydı ve saçlarım uzun olmasaydı, hangi sıfatlara layık görüleceğimi merak ederim hep.
Kuralları layıkıyla yerine getirmeye çalışan, bunları aynen “Sınavda Uygulanması Gerekenler” kılavuzunda yazıldığı dille, nokta-virgül atlamadan okuyan sevgi dolu salon başkanım, sınavda görevli kişilerin de cep telefonu kullanamayacağı ve sınav esnasında herhangi bir şey yazıp okuyamayacağı kurallarını görmezden gelerek, zaman zaman küçük mesajlar yazarak, ya da getirdiği küçük boyuttaki üzerinde uzak mesafeden çok net göremediğim “... kültürü” yazan bir kitabı okuyarak üç saatlik zamanın bir çırpıda geçmesini sağladı.
Sınav sonunda, beni uykulu halimden titreterek dünyaya döndüren ses tonuyla;
-Arkadaşlar sınav süresi doldu, kalemlerinizi bırakın ve bizim gelip sınav kitapçıklarınızı almamızı bekleyin. Sınav kitapçıklarını aldığımız arkadaşlar çıkabilir.
diyerek arkadaşlarımızı özgür bıraktı yine osym’nin verdiği yetki ile. Herkes gittikten sonra kitapçıkları ve cevap kâğıtlarını düzenlerken bana da bir;
-Geçmiş olsun.
patlattı. Neyin geçmişi olsun dedim kendime ama bozmadan bende katıldım bu söze;
-Geçmiş olsun.
-Teşekkür ederim.
Bildiğimiz gibi modernizm’in en önemli gerekliliklerinden birisi de teşekkür etmektir, yani Türk Dil Kurumu sözlüğündeki anlamıyla “hoşnutluğunu belirtmek”. Fakat bizim modernizm deki hoşnutluk dediğimiz şey tam olarak yapılan her cümleden sonra bir nokta gibidir adeta. Sevgili modern salon başkanımda bunu olması gerektiği gibi yerine getiriyordu, zira attığım iki imza için, sınav kâğıtlarının paketlenmesinde yardım ettiğim için ve de artık yazmaktan tükenmiş olan kalemi bittiğinde benimkini hem de kapağını çıkararak verdiğim için tam olarak beş teşekkürü hak etmiştim.
Sonra sanırım neden hiç konuşmadığımı kafasına takmış olacak ki bugün başına gelen ona göre ilginç bir olayı anlatmaya başladı;
-Sabah buraya gelirken yaşça büyük bir beyefendi kalemim olup olmadığını sordu, unutmuş da, sınava gelirken kalemin unutulması da çok garip.
şeklinde hem bu kişinin kalemini unutmasının hem de büyük yaşta birinin bu sınava girmesini hiç de modern bir hareket olarak bulmadığını belirtmek istedi zannediyorum. Tabii ki görümüm gereği burada da salon başkanımı desteklemek zorundaydım;
-Tabii sınava gelirken kaleminin olup olmadığını kontrol etmesine gerek yok değil mi?
Konuşmam onu mutlu etmiş gibiydi, aynen onun düşündüğü gibi modern biri olabilirdim artık. Bu durumdan yararlanarak üzerimdeki iyi izlenimlerini arttırmak adına gereksiz olduğunu düşündüğüm ama sonradan hiç de öyle olmadığını gördüğüm cümle çıkıverdi ağzımdan;
-Çok soğuktu, dondum resmen.
-Evet ya, neden yakmadılar bu kaloriferleri.
Sonrasında görevimizi yerine getirdiğimizi belgelemek adına elimizdekileri teslim edip imza atacağımız yerde diğer görevlilerin de bir an önce teslim edip kurtulma acelesi nedeniyle oluşan kuyrukta yaklaşık on dakika sessiz geçti, bu süre içerisinde gördüğü tüm tanıdıklarına selam verip “geçmiş olsun” demeyi ihmal etmedi.
Adımı, ilk geldiğinde tanışma gereği duymayıp da yaka kartımdan öğrenen bu insanla tanıştığım için çok mutlu olarak odamın yolunu tuttum.

Cem

March 16, 2009

SIKICI

OLAN DURUM



Sabah sıkıcı bir istikrarla 7 55 te kalktım.Ritüellerimden en sıkıcılarından biri olan tuvalette bokumdan kaleler yaparken sigaramı içtim.Sıkıcı iş arkadaşımın beni evden almasını beklerken hergün üşendiğim o işi yaptım,dişlerimi fırçaladım.Şirkete gelene kadar müziç sohbetler eşliğinde sahte kahkalarım,endişelerim ve korkularımla bitmek bilmeyen yoluculuğuma gergin simit ve ikizkenar üçgen peyniri ortak etmem hoş olmamıştı.Neyseki onlara 20 dakkika içinde herşeyi unutturacaktım çayla beraber.Masamın başına geçip günü gelen havuzda beklemekten sıkılan ve yorulan beton numunelerini çıkarıp kurumasını beklemeden kırdım.Gözlerimi 17 ye kadar saate dikmiş,son ders zilini bekleyen,dersten(işten,hayattan) sıkılmış çocuk gibi "Hadi evlere gidelim" sözünü bekledim.Saatte 12 rakam arasında sıkılırak göz kırptı.Beni iyi anladığına eminim.



Evde sıkıcı ailemden önce annemle ilgilenmediğim konular hakkında birçok cümle söylemesinden kardeşimin sıkıcı iş anıları içinde hafif uykuya dalmışım.



RÜYADA



Bir taşın üstüne oturmuş oynayan çocukları izliyordum.Çok eğleniyorlardı.Beni de oyunlarına dahil ettiler.Bu oyunun parçası olmaktan duyduğum sebepsiz inanılmaz mutluluk.



BİTMEDİ



Sıkıcı arkadaşımın geldiği söylenince uyandım.Birer sigara yakıp 20 dakika günün sıkıcı içeriğinden bahsettik birbirimize.Ses tonunda hiç yapmadığımız birşeymiş gibi "Hadi film izleyelim" cümlesiyle anlık gereksiz bir heyecan kattı sıkıcı sohbetimize.134 dakika sıkıla kasıla yarı uyaklar biçimde biten filmden sonra birbirimizin ayaklarına bakıyor durumda olduğumuzu farkettiğimde vedalaşma vaktinin geldiğini anlamış,üstüme düşen görevimi yapmış onu uğurlamıştım.



Vedadan sonra ayna karşısında diş ipinin kalitesizliğine sıkılmış bunu fırçayla konuşmam gerektiğini düşünürken gün boyu oturmanın yarattığı yorgunluk yüzünden cenin pozisyonunda kapanan gözlerimde çocukların bana oyunun kurallarını anlatmalarının bekliyordum. nc

February 24, 2009

YOK(Bu 3. O'na)

Yeni birşeylere alışmanın rahatsızlığını yaşıyordum ilk iş günlerde.Önce işle alakalı teknik bilgiler,tutanak nasıl doldurulur(hala zorlanıyorum),raporu nasıl hazırlanır(bunda iyiyim),karot nedir, kumpas ne işe yarar,nasıl kullanılır(hemen çözdüğüm tek şey),beton(ben hala taş diyorum) kırarken dikkat etmemler gerekenler....

Önce iş mantığıyla karakterlere ve kişilere takılmadan elimden geldiğince teknik bilgiler üzerine dikkat ettim,yeterliliğim kadarıyla algıladım.(yapamadığım birkaç şey dışında).2 haftadan sonra isimler,kişiler,yaptıkları işin litaratürünün önüne geçti.Bense sadece kulak kabartıyor "Vay"edalarından kendime müzik yapıyordum.Ufaktan ufaktan bende bu "vay"edalarında kendi sesimi bulmaya başladım.Kişiler mekanın vazgeçilmez özneleriydi.Artık mesafeli samimi sohbetler başlamış,rahatsızlığım bir parça kaybolmuştu.C.B(bayan) -asıl konu bu kişi- ile 3.haftanın başlarında iki yaren gibi sohbetlerin ucu kaçarcasına devam eden bir ilişki oluştu.Nasıl ne şekilde başladığını hatırlamıyorum ama en ufak bir ilginin beni bukadar yoracağını hiç düşünmemiştim.Günbegün artık bu işin adı olmalı düşüncesi büyüyor kontrolümden çıkıyordu.4-5 gün süren bu yoğun sohbetler beni paranoya dünyasının efendisi yapıyordu.Korkuyla karışık umarım olur arzusu yiyip bitirmişti beni.

--Buna benzer birşey 2 yıl öncede başıma gelmiş hikayenin sonucunda bende kendimi kaptırmamanın verdiği mutluluğunu yaşıyordum.Olaylar aynı şekilde gelişmişti.Birden bire süslü sözler,soluksuz göz hapisleri ,ucu açık bırakılan sonunda mimiklerin beslediği değerlendiği sözler.1 hafta sonra kokusu çıktı.Bu kadın aynı bölümde çalıştığı başka biriyle ilişkiye başlamış.Ben bu hikayede nasıl bir yerim olduğunu halen anlamış değilim.--



Birden bu dialoglar kesilmiş,ben bir şeylere alışmanın zorluğunu yaşayan karakter olmaktan çoktan çıkmıştım.(ÇARESİZLİK)Beraberliğin nasıl bir his olduğunu bilmeden terkedilmişliği yaşamam dramatik,daha doğrusu traji komik bir vakaydı.Artık mantık varlığını yitirmişti.Gülüşleri,bakışları,iş yerindekilerle fiziksel temasları,onun hakkıda duyuduğum RİVAYETLER(belki de gerçekler) beni rahatsız ediyordu.Onun hareketlerini izleyen bir manyak olmuştum.20 metrekarelik alanda bu sohbetlerin açıklamasını yapacak birinin olmaması,üstüne sanki birşeyler varmış gibi beni tahrik eden ilginç dialogların yaşanması.

-C.B:Hafta sonu sinemaya gittim.

-Aşçı:Naciyle mi?

-C.B.:Hayır be!(cümlenin sonunda kalabalığın içinde bu da söylenmez ki ifadesi)

Çözülmesi daha da zor hale gelen bir problem.Kendimi kontrol çabalarımı onun tripleriyle,kıskanıyormuş edasıyla yaptığı davranışlardan imkansızlaşıyordu.Komplo içindeki bir kuklaydım sanki.Neden?Kahırlar içerisinde çıkışı arayamayacak durumdaydım.

Bu kriz içerisinde önceden beraber olduğu erkek arkadaşını öğle yemeğine çağıracağını duyduğum anda kıskançlık krizinde su molekülleri halinde dağılacağımı sanarken içimde anlamdıramadığım bir mutluluk pınarı vuku buldu.Yemek saati gelidiğinde eski günlerin hatrına birbirlerine yaptıkları şakalar,nazlanmalar,birbirlerine şarkı bile söyledikleri bu sıradan öğle yemeği buluşma,sevgi ve yad yemeği olmuştu.Bu anda artık anaforlar kopacak sandığım yüreğimde pınar sakinliğini sürüyordu.Çözmüştüm kendimi ve onu,onun sayesinde.


O vamp,hodbin,kontrolsüz ve sınırları olmadığını düşünen bir kadın,
bense herhangi bir kadın tarafından gösterilecek en ufak İLGİYE AŞIK olucak kadar çaresiz ,kukla olmaya hazır bir adam.



--Why do I fall in love with every woman I see who shows me the least bit of attention?--Eternal Sunshine Of The Spotless Mind.

February 12, 2009

mantar,tavşan,pırasa,şarap

Daha önce hiç öpmedi tavşan beneklerinden mantarı,
ya da korunmadı yağmurdan şemsiyesinin altında.
Karşılık beklemeden sevmişti oysaki pırasayı
lakin aşk,tok karnına yenen bir yemekti mantarın aklında.

O kadarda kısa değildi pırasadan mantar
yine de sevmişti en az tavşan kadar.
Zehrinden değil,tavşan zaten mantar kemirmez
tavşan mantar yer,mantar tavşan öldürmez.

tavşan,pırasayla şarabın tadına bandı
mantarla hiç güzel olmadı ama kafası..
Ne şarap mantar öldürür
ne de mantar şarapla övünür.

Pırasanın varlığından bi haber aç karnına mantar
hep açtır ya,sadece güneş ve rüzgar arar.
misafirdir mantar bu alemde,mayhoş ve alelade
özünü oluşturan tek şey,bilinmeyenin ardından,seyyarede...

pırasanın bilinmez toprağı,yeri yurdu,
hiçte söylenmez tavşana beslediği duygu
mantar demez ki şurdan çıkıp gelse
ah bir dokunsa teninin
tavşan,pırasa,şarap üçgenine...

yarex.

February 7, 2009

January 30, 2009

Bu Sıkıntı...

Uzun zamandan beri ilk defa birşey istemiştim,bugünün pazar olmasını.8 yaşımdayken babamdan istediğim sarı-kırmızı bir futbol topunu kendi arkadaşının oğluna gözümün içene baka baka verince vazgeçtim istemekten.Saat sekize yirmi vardı.İsteksizce kalktım yataktan.Hiç bu kadar aç hissettiğimi hatırlamıyorum.Karım her zamanki gibi benden önce kalkmış,sevgili eşine,bana,13 yıldan beri farklılık göremediğim kahvatlıyı hazırlıyordu ivedilikle.Yüzümü yıkamak için yatak odamızda ki banyoya girdim.Herşey karımın arzu ettiği şekilde dekore edilmişti-Buzlu cam bir kapı,girişte hemen solda tezgahı camdan,içinde sanki ölü balıklar varmış gibi duran rengarenk lavabo,kapağı saydam üstünde kalpler olan alafranga tuvalet,her adamını attığımda düşecekmişsin hissi uyandıran gök mavisi parke taşları ve teşhirden hoşlandığını düşündüğüm karımın,fantazi dünyasına bir türlü dahil olamadığım açık kırmızı camlı duşakabini-Banyo değil teşhir odası demek yerindeydi sanrım.Aynada anlık bir göz teması,beni ,isteklerimin bugün bitmeyeceği konusunda uyarıyordu sanki.Aşağı indim.Biraz tereyağı,2 dilim sert tulum peyniri,3 dilim domates,7-8 tane dilme zeytin,bir yemek kaşığı vişne reçeli(bazen hazır bazen el yapımı),demi daha oturmamış bir fincan çay.13 yıl.Ama bugün canım domates istemiyor.Ve alışamadığım sevgi öpücükleriyle elimde kumanyam evden ayrılışım.Araba kullanmayı beceremediğimden, yabancılarla bütünleşerek ter kokularımızın birbirine karıştığı iş yerime ulaşmam için 45 dakikalık mecburi dolmuş yolculuğumu bugün iptal ediyor,gördüğüm ilk taksiye atlayıp yoluma koyuluyorum.




Öğlen yemeğine kadar yapmam gerekenleri yapıyordum.İş arkadaşlarının sürekli takıldığı yere gidiyorum bugün.Çünkü kumanyamı takside unutmuşum veya unutmak istemiştim.Münferit şekilde iki kişilik masaya oturuyorum beklediğim varmış gibi.İşinden iğrenen garsonun bakışları altında siparişimi verdim.Bu sırada içeri ruhumu bedenimden ayırıp,elimi ayağımı boşaltan bir kadın girdi.Biraz etrafına bakındıktan sonra,benim olduğum yere doğru yöneldi.O lanet heyecanı tahmin edebilirsiniz.Yanımdan geçip gideceğini düşünürken o simsiyah uzun saçları konuşmaya başladı.




-Afiyet olsun Tahsin Bey,rahatsızlık vermeyeceksem yemeğimi burada yiyebilirmiyim diye sordu.



-Buyrun dedim düşünmeme fırsat tanımadan.Fakat bakışlarımda ki boşluğu yakalamış hemen atılmıştı.



-Ben 1.kattaki veznadar Neva Oğluk.



-Pardon dalmışım diye cevap verdim,aslında yıllardan beri dalgınım ilk defa olan birşey değildi.Bu cevabın gerçekliğinin ikimizde farkındaydık ama onu tanımamam ikimizi de bir o kadar rahatsız etmişti.



Yemek siparişi verilmiş,yemek gelene kadar birini suçlu bulan iki insanın kızgınlıklarının sezsizliği vardı sanki masada.Sanırım rejimde,masadaki salata tabağını sakin sakin sunuyordu midesine.Ona özel birkaç dilim kepekli ekmek,bir tabak bezelye ve yarım kase yoğurt sunuldu.Nezaket ikramından sonra,yemeğini yemeye bende bu ruhu izlemeye konulmuştum.Önce bezelyeden bir kaşık aldı,çatalına doladı salatayı özenle,yumuşaklığı hissedilir elleriyle naifçe böldü ekmeğini,o küçüçük ağzında yorulmadan çiğnedi.Etrafıyla ilgilenmiyen bir halde sadece yemeğine odaklandı.Bu an çok hoşuma gitmişti.Yemeğini bitirdikten sonra göz göze geldik



-Sizin siparişi unuttular herhalde dedi.



-Sanırım.



-Garsona seslenin arka masanızda.Arkama dönmek istemedim,kahverengi gözlerdeki bakışı yitirmemek için.



-Yok gerek yok aslında pekte aç değilim.



-Sefer tasınız yoktu bugün.



-Evet bugün eşim biraz rahatsızda.



-Geçmiş olsun neyi var?Cevap vermeden kalktım masadan bu ani hareketimin sebebini bilmiyorum,mazoşist bir tutumun isteklerimin özünü oluşturduğunu an olarak kaldı.Neden sorusunu sormaya başladığım bir zaman dilimi.


Öğleden sonra rutin işlerimi tamamlayıp Neva'yı göremeden ayrıldım.Birşeyler söyleme mecburiyetinde hissettim kendimi ama ne?Eve yürüyerek gittim, 30 dakikalık öğle yemeğini düşüne düşüne.Eve vardığımda eşimin ağlamaktan yüzü şişmiş,saçı dağılmış,tam anlamıyla perişan haldeydi.Neden olduğunu düşünmek yerine sordum.


-Neyin var senin?Önce kızarmış gözlerini suçlarcasına bana dikti ve hazırlıdığı paylama cümlelerini bütün hiddetinle söylemeye başladı.Seri şekilde konuşuyor dediklerini anlamakta güçlük çekiyordum,bu halinin sebebini uzaklarda ararken geç geldiğim için meraklandığını anlayabildim.Oturdum,söyleyeceklerini beklemeden"Kapa çeneni"dedim.Bunun üzerine yukarı teşhirle beslenmiş yatak odamıza çıktı.


Arkama dayandım.13 yıllık gizlenmiş öfkemin varlığını keşfedip,hissederek bunu kapa çeneni gibi zarif bir sözle dışa vurmam beni hafifleştirmişti.Zihnim yeteşimeyeceğim kadar hızlı işliyordu.Yukarı çıkıp bavuluma birkaç kıyafeti özensizce yerleştirdiğim sırada teşhir banyosunda eşimle göz göze geldim.Bu banyo beni ilk defa heyecanlandırmıştı.Yanına gittim klozetin üstüne oturmuş,elinde mendil,gözlerinde ben.Çenesinden,çıkık elmacık kemiklerine kadar bin öpücük darbesiyle başlayan 13 yıllık gizlenmiş libidomun son raddesinde,ter kokularımızın ayrılmamak üzere birbirine karıştığı bu teşhir odasında birbirimizi yarı baygın bırakana kadar semadaymışcasına seviştik.


Sabah kalktığımızda ise 13 yıldan beri yaşayan iki yabancı olmaya yine devam etmiştik,sanki dün bir rüyaydı,unutulmayanından.


January 19, 2009

Bu 2. Ona

Sabahın o sersem soğuğunda, yatağımdaki ikinci kişinin rahatsızlık yaratmayan sıcaklığıyla, sağımdan, solumdakine bakmadan kalktım. Hoşuma gitmiş, bir o kadar da aşinalığım olmadığından garipsemiştim. Saçları her yanıma dolanmış, beni bırakmak istemeyen bir çocuk gibi siyah, simsiyahtı. Kanıksanma ihtimalini düşünmeye başladım aslında şu anda ne yapmam gerektiğini düşünmeliyken. Hafif bir kıpırdaması tüylerimi diken diken etmiş, kafamın arkasından, ense kökümden başlayan muhteşem bir sıcaklık mideme inip orada kor bir alev gibi kısılıp kalmış çıkış yolu arıyordu.
Hala dönüp bakamıyordum, cesaretini kaybetmiş, öylece kalakalmıştım. Hayalini kurduğum, en ufak detaylarına kadar incelediğim, saflaştırdığım, abartarak kusursuzlaştırdığım o anın gerçekleşmesinden sonra, asla ne yapacağımı tahayyül etmemiş, eksik kaldığını hiç hissetmemiştim. Hala o nefesin sıcaklığını hissetmek, var oluşumun, gerçekliğin en güzel kanıtıydı. Bitmesini istemediğim bir anin sonrasını beklemek, bu zevki hissetmeme engel olacaktı az kalsın.
Sonunda, ağır ağır, bir gerçekleşmeyecek korkusuyla dönüp baktım, yüzleştim, midem artik patlayacak gibiydi ama büyük bir keyifle. Masum bir Suriye güzelinin o kusursuz sırtını dakikalarca izlemenin verdiği mutluluk, hormonlarımın salgısıyla yeterli kalmayacak gibiydi, kuruyacağımı düşündüm bu değerin karşısında. Ağlamayı düşündüm. Ojeli ellerine kaydı gözüm, çözemediğim bir mavimtırak renk, beni içine çekiyordu, engel olmak zerre umurumda değildi. Korkuyu unutmuştum sanki -ki onsuz bir hiçken.
Birden döndü:
--Günaydın
Bu rutin söz, şu ana kadarki en efsane haliydi. Cevap vermemi beklemeden,
--Sana Fransız usulü bir kahvaltı hazırlayayım sen seversin
dedi ve hınzır bir gülümsemeyle yataktan kalktı, enfes, taze çıplaklığını sergiledikten sonra son kez duyacağımı düşünmediğim, açık pencereden dışarı bakıp:
--Hava bugün çok güzel öğlenden sonra turlayalım biraz hava almış oluruz dedi.
Son göz temasından -tanrısına sunulan en güzel kurban, sırtını bir kez daha gösterdikten- sonra açık pencereden dışarı uçtuğumu görüp, -bu masalı ölümsüzleştirme girişimlerimi- onun kahverengi gözlerinde buğulanmış bir şekilde, -kuru sert zeminde çakılıp- bütünleşen unutulmazlık hatırasında, gerçekten, sonrasını hayal edemediğim ama pişmanlık duymadığım şekilde sonlanmasının, beni cehennem ateşinden koruyacağına emindim…

YAZAN n.c.
DÜZENLEME c.m

January 12, 2009

Akıl Tutulması

Türkselin sarıdan aptal tavşan çocukları,aveyanın et beyinli gençleri ve vodafonun suni yaşlıları toplumun 3 ayrı kesimini dişlileri arasından kontörcükler saçarak çiğneyedursun,bizde halimizden oldukça memnun 'konuştukça konuşalım..konuşalım..konuşalım..'

Muhteşem,acayip cazip kampanyalarına salyalar saçarak abandıkça abanıyoruz.39 kontöre 500 sms,3 saat beleş konuşma,hafta içi 50 kontör harca hafta sonu geberesiye konuş!...

Alışkanlık halini almaya başladı bile çoğumuzda..Yakında sanki hepsi'sözleşmişcesine' kampanyaları aniden bitecek ve biz elimizde alıştığımız sms çılgınlığı,uzun uzun konuşma manyaklığı ile abanmaya devam edeceğiz..

80 lerin ortasında doğan,nesil demeye dilimin varmadığı(nesil olmayı hakedecek hiç birşey yapmıyoruz,üretmiyoruz ve tüketim kanallarımız ağzına kadar açık)
biz gençler potansiyel bir güç kaynağı iken 12 Eylül'ün getirilerinin kurbanı olduk.
Aileler çocuklarını okullardan aldı,siyasetten uzak tuttu ve giderek okumayan,
düşünmeyen,sorgulamayan 'AKIL TUTULMASI'yaşayan bireyler çoğaldıkça çoğaldı..

''Anneler gününde 180 milyon mesaj yollandı'' diyordu aldığım mail de..emperyalizmin çarklarını yağlayalım, patronlar ellerini ovuşturmaya devam etsinler..

Ve ''konuşun..konuşun..''diyordu vodafonun reklamında.Peki ne konuşacağız?

yarex.