October 29, 2008

ay ışığında sevişen bakireler

Hayatımıza kattığı heyecan, içimizde kıpraştırdığı duygular ve adeta bir anne içgüdüsüyle bizi haşin ve zorlu internet aleminin kötülüklerinden koruması nedeniyle, tüm saygıdeğer sulh ve ceza mahkemelerine en içten dileklerimizle bir teşekkürü borç biliriz. İyiki varsınız.

Cem

August 31, 2008

BU O 'na

Buz gibi açık cila boyasız parmaklar
Kendine has tarzı
Nezaket bakışlarında
Hiç bitmeyen nöbetler
Yorulmayan yumuşaklığı anlatan o eller
Günün yaşayamadığın yayından kaldırılmış saatleri
Bir kızgınlıktan yoksun daralmış ruhun asiliğinin sende ki hali
Görmek için can atmadığın sıra bekleyen
hastalıklar......
Sabırsızlıktan çıldırtan o efendim bakışları
Başka sorular sorarsın diye beklediğim 78'lik ruhum
Hiç göz teması kurmadan gülümsemen
Ruhsuzluğum,soğukluğum,tamamen güdüsel
Baksan......Azıcık
Herşeyi yeniden yeniden zihnin derhizlerinde yaşayan uyuşuk yapım
Herşeyi senle kotaracağımın inancında ki 78'lik hastalıklı yapım
Hiç sırası olmayan simaların teskin olma girişimlerinde ki yalnızlıkları
Hepsi sen gibi senin gibi
Zehirlemek yaşamsal faaliyetim oldu
Küp şeker dizilişindeki reklam beyazlığında gülüşler
İyi birşeyler yazmak isterdim herşey için...
n.c.

July 9, 2008

ILDIR(alaca karanlık)

Günlük bir gazetenin bulmaca eki vardı elinde uykusuzluğunu perçinlerçesine laboratuarın kapısındaki bankta oturan kıza ''kucağına yatcam!''dedi.Kız sıcak bir gülümsemeyle karşıladı ve bankın ucuna doğru kaydı.Çocuk cebinden kalem çıkardı ve bulmacayı çözmeye başladı.Mırıldanarak ''alaca karanlık ne ki?''dedi.Sonra kıza sordu:''alaca karanlık..5 harfli son harfi R ikinci harfi L''.Kız ''bak hoca geliyor hadi gidelim''dedi.

ILGAR(havanın açık olması)

Çocuk deney için gerekli malzemeleri almak üzere cam dolaba doğru yaklaştı,kapağını açtı ve beher,piset,balon joje dolu dolaptan 'temiz'bir beher almak istiyordu elini arkalara doğru uzattı,bir an kolunun hakimiyetini kaybetti ve yaklaşık bir düzine beher paramparça oldu.Bütün sınıf o tarafa baktı.Hızla yaklaşan asistan''tamam..tamam çocuklar siz devam edin''dedi ve sert bir ses tonuyla ekledi''gel benimle sen''.Çocuk tedirgin bakışlarla hocanın arkasından ilerliyordu.Hemen laboratuarın içinde küçük,hocalara ayrılmış bir oda vardı.İçeri girdiler.Çocuğun gözüne masanın üzerinde nerdeyse tamamı çözülmüş bir bulmaca ilişti.Eksik yerleri süzdü ve 'havanın açık olması'kısmının cevaplanamadığını farketti.

ILGAZ(dizginleri koyuverilmiş atın dörtnala koşması)

Eve gitmek için tranwaya bindi çocuk.İçerisi dışarıdan çok daha sıcaktı.İnsanların suratındaki memnuniyetsiz ve içlerindeki aynı kavganın sesini duydu,içi iyice sıkıldı.2 durak sonra binen yaşlı çifti farketti ama göre göre yer vermemenin vicdani huzursuzluğunu azaltmanın bir yoluydu görmezlikten gelmek.Fakat yanında oturan 40 lı yaşlardaki bayanın yer vermek için kalkması çok utandırdı onu ve kalktı yer verdi çifte.Yorgunluğunu yaslayacak bir yer aradı.Hemen kapının yanındaki boşluğa dayandı ve yaşlı çifte,sıradışı bir bakış asimetrik bir kırışıklık yakalamak için baktı.Yaşlı adam terler içinde kalan kasketini çıkardı.Kasketin içine özenle katlanarak yerleştirilmiş bulmaca sayfasının hiçbir yerinin çözülmemiş olması,çocuğun yüzündeki mutsuz ifadeyi az sonra tebessüme çevirdi.

yarex

June 17, 2008

June 10, 2008

BÖLÜM 2


YÜZLEŞME



Bu sırada Naco and justice for all albümünü bitirmiş,Unspoken albümünün B yüzünü okuyordu.Yüzünde bluğ çağının aşılamamış sivilceleri olduğundan büyük gözüküyor, Murado ona vurdukça patlıyordu.Belki sadece patlatmak için vuruyordu.Hiç farkına varmadan bütün eski sevgililerini düşünmeye başlamış ilişkilerinin neden 1 ayı geçemediğini sorguluyordu.Aklının bir köşesinde ise yeni indirdiği pornoları izleyemediği için gizleyemediği bir pişmanlıkla Cemo ya sarıldı.Cemo nihilist tavırlarıyla en son hangi gün ders verdiğini düşünüyordu.Bir anda uygulama dersinde yaptığı matematiksel hatayı not etmek için cebinden kalem ve kağıdını çıkardı.(üçlük çizgisinin sınırlarını da bu kalemle belirlemişti)Yazmaya gücü yoktu Neco gibi,oda yoğun radyasyon da mahvolmuş bitap düşmüştü.


Bu sırada Doğano ve Muzo yaklaşırken kulaklarında'bir çalka ve acılar koyuldum yolaaaaaa..incirliova merhabaaaa!'parçası yankılanırken bunu neco yu deli etmek için Murado söylüyordu.Cemo ise artık çıldırmak üzereydi.Bir an önce Çaresizlik Nükleer Duvarından kurtulmak istiyordu ki ırakta gözüne Doğano ve Muzo ilişti.Cemo son gücüyle ağaya kalkıp'haydi lilili..lilili yar haydi lilili..liili yar'ı söyledi.Murado bu parçanın hıncıyla Cemo nun yüzüne asit tükürdü ve''lanet olası ateist,daha sübanekeyi bilmiyorsun''dedi.Cemo acılar içinde yerde kıvranmaya başladı.Naco hayvanlar gibi ağlıyordu.tayyeap!tayyeap!tayyeap!!!diye koşturan Muzo Çaresizlik Nükleer Duvarını keskin kılıç darbeleriyle kalkanı delmeye çalışıyordu.Fakat Murado eskisi kadar zayıf değildi.Her kılıç darbesinde kendini aşındıran Muzo,biranda R.T.E. ye oy vermektan vazgeçti.Muzo tükenmiş bu işi tek başına bitiremeyeceğini anlamıştı.Birine daha ihtiyaç vardı ama KİM?Doğano nun bu durumda yetersiz kalacağını billiyordu.Doğano üstün hissiyatıyla bu iş için kime ihtiyacı olduğunu kavramış harekete geçmiş,kendini en son kullandığında büyük facialara yol açan KİNETİC Motorunun üstünde bulmuş,kafasındaki kişiye yani;ONURO ya doğru yola koyulmuştu.Onuro ya giderken de Diyarbakır karpuzu almayı unutmadı ne de olsa çok büyük bir aşirettiler.Onuro nun yanına ulaşan Doğano onun dediği gibi hiçte işi olmadığını anladı.Hemen KİNETİC e bindikleri gibi Çaresizlik NükleerDuvarına doğru yol aldılar.


Murado , Muzo ya yardıma gelen Cano yla beraber ikisini rehin almış,domaltık poziyonda bekletiyordu.Nükleer penisin ilk tadına kim bakacaksa kurtuluşu olmayan bir yola girecekti.Akradaşlarının vahim durumunu gören Naco anaç bir tavırla"Murodo bırak onları istediğin benim"dedi.Murado pis bir gülümsemeyle "Saç uzatmışsın ama kültür yapamamışsın"dedi.Acılar içinde olan kahramanlarımız gülmekten öleceklerini düşünmeye başladılar.bunun üzerine Murado"hepiniz beni kıskanıyorsunuz"diyince bu seferki gülme krizi kolay atlatılacağa benzemiyordu.Tam öleceklerini düşündükleri anda panyada oluşan parlama Onuro nun geldiğinin habercisiydi.Onuro "yaşasın halkların kardeşliği"nidalarının verdiği gazla geniş alnını Çaresizlik Nükleer Duvarına 5003 İŞÇİ gücüyle soktu ve Çaresizlik Nükleer Duvarını deldi.Kahramanlarımızın gülümsemesini görünce yüzündeki telaş kayboldu ve anlamsız bir biçimde o da gülümsemeye başladı.Herkeste korkunç bir pür neşe vardı,kahkahaların ardı arkası kesilmiyordu.Murado nun ne yapacağını şaşırmış bir şekilde"neden gülüyorsunuz lanet olası ateistler"demesi kahramanlarımızın neşesine neşe katıyordu.Doğano yakındaki marketten kişi başı 2 şerden 12 bira kapıp gelmiş bütün acılar yeniden unutulmuştu.Biralar açılmış sohbet uzayıp gidiyordu.Murado ise köşeye sığınmış hıçkırıklarla Nükleerik salyalar saçarak ağlıyordu.Kahramanlarımız o anda özel güçlerinin kahkahaları kadar kuvvetli olmadığını anladılar,hep birlikte"ŞEREFE MURADO"diyip umarsız kahkahalarına bir yenisini daha eklediler...




NACO:Açıköğterim 1.sınfta işletme öğrencisi hala yalnız.

CEMO:İzmirde yüksek lisans öğretimini tamamladı.kübada fidel castro yla şarap gecelerine katılıyor.

MUZO:Evli ve 3 çocuk babası hala matbaanın varisi olarak bekliyor.

DOĞANO:Ambargo kalktığı için maden işçileriyle hayatını güneşten uzak bir biçimde sürdürüyor.

CANO:Kaos yaratmaya devam ediyor,çok sevdiği bir karısı ve 2 yaşında bir kız çocuğu var.

ONURO:Geçmiş aşklarından derlediği 2 inceleme yazısı 3 şiir kitabı var,hala beşik kertmesini bekliyor.



murado:Olaylardan sonra incirliovaya yerleşti akp nin nükleer santrallerinin kurulum aşamasında ham madde olarak görev aldı.

June 6, 2008

BÖLÜM 1

TANIŞMA

Kahramanlarımız Naco ve Cemo sportif faaliyetlerine yeni bir soluk katmak için basketbol oynamaya karar verirler.Oynayacakları mekan üzerinde hararetli tartışmalar sonucunda Atatürk Park'ında oynamayı kararlaştırırlar.23 ytl ye aldıkları saidas marka topla beraber malum mekana dogru yol alırlarken kafalarındaki tek düşünce günü yaşamaktı.Bu güzel anılara Cano yu dahil etmeye karar verirler.Velev ki cano nun ailesinin özel güçlerine ihtiyacı olduğu için bir nebze geç kalacağını belirtmişti.(onun doğuştan özel bir çocuk olduğuna inaıyorlardı)Hava 30 derece(gölgede 26 derece)nem oranı %12iydi.Mükemmel kahramanlarımız için herşey idealdi.

Naco uçaktan atladığında sol kulağını paraşüt olarak kullanabiliyor,sismik ses dalgaları yayabiliyordu.Cemo rastalı saçlarını normal uzuvları gibi kullanabiliyordu.(basket oynarlarken bu doğa üstü güçlerini kullanmaları yasaktı)Yeni oynamaya başlamışlardı ki neco sismik radyoaktif nükleerik titreşimleri sol kulağının örsünde hissetti ve alakasız biçimde and justice for all parçasını ürkekçe söyledi.Harekete geçmeyi düşündüğü anda Cemo'dan beynine bloğu yemişti.Cemo olaydan habersiz üçlük çizgisini oradan maça yeniden başlayacaktı ki Naco nun anlamsız bakışları altında masumane edaya bürünmüş naco nun hangi parçayı söyelediğini anlamaya çalıştı.(fakat iğrenç ingilizcesi anlam çıkarmayı zorlaştırıyordu)O sırada basket sahasının(ki herkes basket sahasına KAFES derdi)girişinde esrarengiz bir suilete bürünmüş biri beliriverdi.Kaos yaratan burunun solumalarınından bu kişinin cano olmadığını anlamıştılar.Cemo soğuk kanlılıkla arkasını dönüp o esrarla yüzleşti.Nacoyla gözgöze geldiler ve aynı anda MURADO diye içlerinden geçirdiler.Girdiği andan itibaren kafeste nükleer alan oluşturan Murado, Naco ve Cemo nun çıkmasına engel oluyor, naconun sismik sesleri duymasını ve yaymasını engelliyordu.

Çaresizlik Nükleer Duvarı nı hisseden tek kişi Doğano çok uzakta yeni aldığı laptopuyla beleş internet avındaydı.(bağlantı hızı beleş olacak kadar yavaştı)Doğano içindeki huzursuzlukla yeni Söke Şafak matbaa varisi Muzo ya ulaşmaya çalışmış ama bağlantı yavaş olduğu için başaramamıştı.

O sırada Cano Çaresizlik Nükleer Duvarı nın içinde olanları görebiliyor yapabileceği tek şeyin zincirin halkalarını birleştirmek olduğunu düşünüyordu.Hemen Doğano ya ulaşmak için BURUN KAOSU yöntemiyle Doğano nun evine ışınlandı ,kapıyı çaldı ,Doğano nun annesinden aldığı cevap BAMBAŞKA bir kaosa sürükledi onu.Bu sırada Doğano Muzo ya ulaşmak için tek engel olan HASSAN HÜSSEN i kandırmayı başarabilmek için yeni köşe yazısı bahanesiyle aşabilirdi.Edebi yönü kuvvetli olduğundan bu sorunu kolaylıkla halletti.Muzo olaylardan bi haber yeni aldıkları mekintoşta GÜLBEN ERGEN den 'süpriz aşkım'parçasını dinliyordu.Doğano yu gördüğünde bu utancından kurtulmak için 14 milyarlık mekintoşu 0.5 mm kalınlığındaki saman kağıdı yapımı,ciltlenmiş,üzerinde R.T.E yazan huşuma kılıcıyla,tayyeep tekbir sesleriyle bir mamoşiyek hareketiyle parçaladı.Doğano Çaresizlik Nükleer Duvarını hissettiğini ve arkadaşlarını kurtarmaları gerektiğinden söz etti.Yola koyulmuşlar,Doğano nun hissiyatı dogrultusunda olay mahaline ne yapacaklarını bilmeden heyecanla yaklaşıyorlardı.


BÖLÜM 1 sonu..(bölüm 2 gelecek ayki sayımızda..üye bilgilerini Şafak Ofset ten temin edelibilirsiniz..)

n.c , yarex

June 1, 2008

Yarın burdasın..

kulaklarımda hayal ettiğim şey var,huzur veriyor
bu daracık odadan başka alemlere sürüklüyor
cevizin içiyim oysa yapışmışım kabuğuma..
sanki uzanabiliyormuşum gibi tenine
daldırıyormuşum beynimi sezsizliğin cennetine,
bana sunulan duymak istediğim tek şeye
aşkın kucağına düşmüşüm
denizin dalgaları uyandırıyor artık beni...
çok uzaklarda bir yer varmış
o yerlere mutluluk varmış
dokunabiliyormuşsun sincap cevizine
payını alıyormuş bilenler
gelenlerle konuşmadım ama hayal etmesi bile güzel..
.yarex.

May 26, 2008

Sanrı

Bahar gelince evde duramaz oldum, bir süre deniz kenarında yürüdüm; sahil şeridindeki büfenin hizasındaki büyük kayaya oturdum ve dalga sesi ile sırtımı döndüğüm şehrin gürültüsünün birleşerek oluşturduğu yarı rahatlatıcı sesi dinleyerek dalıp gitmişim düşüncelere. Kendime geldiğimde, yanımda ortalama 30-35 yaşlarında esmer yeşil gözlü bir bayan oturuyordu. Sanki az önce benim olduğum gibi dalmış gitmişti, denizin sularına özlemle, düşüncelere. Bir süre öyle bakmıştı boş boş. Sonra gülümseyerek “denizin mavisinin özel olduğunu düşünürüm hep.” dedi. Bende öyle düşünürüm ama şimdi bunu neden söyledin ki demek içimden geçti, ama bir şey söylemedim, yerinde duramayan bir çocuk gibiydi, sonra da biraz arkasındaki oturağın üstünde keyif yapan, kahverengi yamalı, küçücük bir köpeğin rahatını bozarak kucağına aldı ve yanıma getirdi.

--“Şunun şirinliğine bakar mısınız, ne kadar güzel şey bu böyle, değil mi?”

--“Evet, gerçekten çok güzel bir köpek, hatta bu cinsleri sokaklarda görmek zordur, çünkü fiyatları oldukça pahalıdır.” dedim, ama sonra bunu ne diye söyledim ki diye kızdım kendime.

Bir süre köpekle oynadıktan sonra köpeği yere bıraktı ve köpek de koşarak yerine gitti. Sonra biraz ilerideki çocuk parkının kenarında oturan, saçlarını iki yandan toplamış kız çocuğunun yanına gitti. Bir süre onunla oynadıktan sonra tekrar yanıma geldi.

--“Çok sessizsiniz, yoksa sıkıldınız mı benden.”

Ne sıkılması, tam tersine hiç sıkılmadım ve hayretle seni izliyorum. Kimsin sen ve neden buradasın onu anlamaya çalışıyorum demek yerine sadece “hayır sıkılmadım.” dedim ve benim sıkılıp sıkılmamamın onu neden ilgilendirebileceği hakkında birkaç tahminde bulunmaya çalıştım.

--“Benim kim olduğumu ya da neden burada olduğumu merak etmiyor musun?”

--“Kim olduğunuz pek önemli değil ama neden burada olduğunuzu merak ediyorum. Ama çok da önemli değil, yani tesadüfen buradasınızdır, ya da burada olmanızın nedenini merak etsem bile, nedenini öğrenip öğrenmemek çok önemli değil.”dedim bir de nasıl olsa birkaç gün ya da birkaç hafta sonra unuturum bu kadını diye düşündüm.

--“İyi o zaman, yani zaten size söyleyebileceğim geçerli bir sebep bulabileceğimi zannetmiyordum. Ama en azından size söyleyebileceğim bir adım var; Yaprak.”

Güzel isim, zaten fiziksel olarak bu kadar doğal görünen birisi için bundan daha iyi bir isim olamazdı herhalde, acaba bunu şimdi mi uydurdu, aman ne fark eder ki.

--“Ben de Kerem, tanıştığımıza memnun oldum.”dedim, sonra düşündüm ki, çok anlamsız oldu, ne memnunluğu sanki, ya da daha ne zaman tanıdın ki memnun oldun be adam. Biraz tedirgin oldum, sonra hafifçe gülümsedim, o da fark etti herhalde bu alışılmış cümlenin şu anda bana verdiği huzursuzluğu.

Biraz sonra arkasından geçen insanları izlemeye başladı, bazı insanlar hakkında tahminler –bu adam bir holding çalışanı, şu kadın da garson olsa gerek gibi- yapmaya başladı.

--“Benim yanıma gelmeden önce de böyle tahminler yaptınız mı?”

--“Aa, evet tabiî ki, sizin yazar, ya da iş hayatından sıkılmış bir genel müdür olabileceğinizi düşündüm.”

Yazar neyse de, genel müdür ilginç geldi, zira herhangi bir bölümün yöneticisi de olabilirdim, böyle düşünmesini düzgün giyinişime mi bağlamalıyım.

--“Yazar olabilecek kadar iyi olduğumu düşünmüyorum ama ara sıra bir şeyler karaladığım olur, genel müdürlüğe gelince hayatım boyunca hiç olmak istemediğim bir meslek, ama tiyatro oyuncusu olmak isterdim.”

Ne olmak istersin diye sormadı ki, sanki ilkokul çocuğuna büyüyünce ne olcağını sordukarında aldıkları cevap gibi, bunu söylemem gereksiz oldu, konuşmaya devam etmek istiyormuşum gibi düşünecek.

--“Tiyatroyu seviyor olmalısınız.”

-- “Evet seviyorum, ama izlemeyi.”

--“Hmm. O zaman biraz çekingen bir yapınız olmalı, zaten birkaç saattir benimle sadece sorduğum sorulara cevap vererek konuşmanızdan anlamıştım.”

Evet öyle ama sanane desem, ‘çok kabasınız’ der, ama kaba değilim, seni ilglendirmez diyemem sonra.

--“Neden böyle düşündünüz ki? Sadece konuşcak pek bir şeyim yoktur belki, ama evet sanırım öyle; arkadaşlarım da hep böyle söylerler.”

Aslında sen çekingensin, benimle konuşurken etrafındaki taşlarla oturduğun kayanın düz kısımına çizdiğin karmaşık şekillerden belli, sadece ya beni böyle sakin görüp, kendi sakinliğini gizlemeye çalışıyosun yada izlediğin bir romantik filmdeki tanışma sahnesini ilk kez sahneye çıkan bir oyuncu gibi oynamaya çalışıyosun, her an hata yapabilecekmişsin gibi bir gerginlik var bu görünen neşeli halinin altında.

--“Peki, konuşacak pek birşeyinizin olmadığına ikna oldum.”

Güzel, bu durumda gizemli biri olmamı istediğini düşünüyorum, muhtemelen benim içine kapanık, çekingen biri olduğumu, içimde sakladığım şeylerin çok önemli, belki de hayatın anlamı olduğunu ve bunları sadece benim için özel olan kişilere anlatabileceğimi düşünüyosun, amacın küçükken evde yatak odasında duran ve uzun süre hiçkimsenin açmadığı sandığı, bir gün annenle birlikte açtığınızda içinden çıkan her şeyin sana verdiği mutluluk gibi benim sakladığımı sandığın düşüncelerimle mutlu olmak. Ne garip düşünceler geliyo aklıma, belki sadece gerçekten öyle olduğumu düşünmüştür.

--“Beni anlayabilmeniz güzel.”

--“Artık benim gitmem gerekiyor, sizinle tanıştığım için çok memnun oldum, Kerem Bey.”

--“Bende çok memnun oldum ve gitmeniz gerektiği için de üzüldüm, umarım tekrar görüşürüz, hoşçakalın.”

Ve ara sıra arkasına dönüp bakarak şehirin gürültüsüne doğru uzaklaştı. Birdaha görüşebililecekmiydik gerçekten, keşke görüşebilsek. Gittikten sonra yaklaşık iki saat kadar orada öylece oturdum, hep konuşmlarımızı tekrar ettim, herbirini tekrar inceledim, bazı yerlerde çok umursamaz bir şekilde konuştuğumu düşünerek kendime kızdım, keşke böyle yapmasaydım dedim. Karanlık çöktükten sonra ben de şehire doğru yola koyuldum, yürürken etrafımı dikkatlice gözlemledim, acaba buralarda biyerlerde tekrar görebilirmiyim diye düşündüm, hatta görsem de çok belli etmicektim heyecanımı, sadece “merhaba, tekrar karşılaştık” gibi laflar edicektim. Sahilden eve kadar yürüdüm ve eve geldiğimde, hergün aynı şekilde girdiğim bu eve bugün girerken büyük bir sıkıntı çöktü üstüme, tüm odaları gezdim, hiçbir odayı istemiyordu içim, yıllardır bu evde yaşıyordum fakat ilk kez bana küçük geliyordu. Gece çok uyumadım, sabah yine sahile inip yürüyüş yaptım, gözüm heryerde onu aradı, yine büfenin hizasına oturdum, birkaç saat öylece dinledim denizin sesini, güneş iyice yakmaya başlayınca, akşamüzeri tekrar dönmek üzere ayrıldım oradan, geri geldiğimde yine yoktu hiçbiryerde. Bir sonraki haftasonu tekrar aynı yere gittim, yoktu, sanki bir hayaletle konuşmuşum gibi hissettim bir an, bu şekilde bütün yaz oradaydım. Artık yaz bitiyor ve ben onu görebilmek umuduyla kış aylarında da oraya gideceğim.


Cem

April 29, 2008

günde bir tane

Uff! Her tarafım ağrıyo, bide rahatlamak için yatar insanlar, benimki tam bi yorgunluk oluyo. Yine saat 07:33. Bikere de saat 07:04 de çaldığında uyanayım. Hergün saat aynı zamanda çalar, kapatırım, ara ara sıçrayarak uyanıp saate bakarım, ama kalkamam. 07:33 sınırdır, o saatte kalktığım zaman ancak yetişebilirim otobüse. Artık kalktığıma göre, şimdi ne giyineceğimi düşünmeliyim. Yada kalvaltıdan sonra mı düşünsem. Cenk yine meyvesuyunu bitirmiş, ne içicem ben şimdi, neyse bişey içmicez mecburen. İki aydır kimsenin yemediği peynirin bi tadına bakayım, belki bozulmuştur da atarım artık. Bugün okula kadar bana yine Replikas eşlik etsin. Sonunda, bir haftadır her sabah unuttuğum çöpü bugün attım. Nasıl denk geliyo bilmiyorum ama bu sabah da yine saçlarını sarıya boyatmış kız tam benim önümden yürüyor, ne zaman önüme geldiğini bile farketmedim. Durağa kadar yürüyerek 7 dakika sürecek olan, caddeye paralel bir alt yol var, ve ben hep onu kullanıyorum çünkü caddede çok gürültü var. Köşedeki kuaförde çalışan abla arabasını yine aynı yere, o yol üzerine park etmiş. Biraz ileride henüz temeli atılmış olan inşaatın yanındaki evin bahçesindeki çiçekler önünden geçerken müthiş bir kokuyla karşılaşmama neden oluyorlar. Otobüs durağındaki kadro hemen hemen aynı; ilköğretim okulu servisine binen üç çocuk, özel bir okulun servisine binen ve benim matematik öğretmeni olabileceğini düşündüğüm bi adam, bizim okula giden birkaç personel ve yine bizim okulun öğrencilerinden birkaçı. Bu gün kırmızı montlu kız gelmemiş, kırmızı genlede bütün bayanlara yakışır ama hiç böyle yakışanını görmemiştim, artık yaz geliyor, montunu giymeyecek artık ve ben o mont olmadan nasıl tanıyacağım onu bilmiyorum. Nerde şimdi acaba kırmızı montlu kız. Saat 08:16 ve işte 412 geliyor. 412 okula giden ve ücretsiz bir otobüs ve bu yüzden kapısına kadar dolu oluyor, içindeki kadro da yine aynı; sert bakışlı, muhtemelen sözel bir bölümde hoca olan yaşlı adam, yanına oturduğunu sıkıntıya sokan şişman abla, uzun keçi sakallı öğrenci, ve diğer tasvir edilmeye değmeyecek olanlar. 10 dakika içerisinde okuldayım, oda yine havasız kalmış hemen pencereyi açmalıyım, bilgisayarı da açayım hemen film indirme işlemleri başlasın.

Aa saat 17:00 olmuş, şimdi mi gitsem acaba eve yoksa sonra mı. Hem 17:30 daki otobüs biraz kalabalık oluyo sonrakine binerim sakin sakin giderim, saat 18:20 gibi çıkarım biraz dışarıda otururum, okulda kimse yokken ortaya çıkan bu sakinliğe bayılıyorum. Akşam kadrosu da her gün aynı oluyo, işletme fakültesinden çıkan öğrenciler ve birkaç akademik personel. İşte 412 de geliyo, her seferinde koltuğa nasıl sığdığnı merak ettiğim şişman şöför amca var bugün. Bu sefer 15 dakika da ineceğim yere geldik, şimdi markete gisem iyi olur birkaç gündür gitmedim alacak şeyler birikti. Dönüşte yine caddeye paralel olan yoldan gidiyorum. Kuaförde çalışan abla henüz çıkmamış işten, arabası yerinde duruyor. Yol üstünde her gün gördüğüm bir kadın ve bir erkek yürüyorlar, adamın sol bacağı alçıda, kadın da ona destek olarak yürümeye çalışıyorlar. Adam biraz sinirli gibi, kadın ise olması gerekenden daha sakin, muhtemelen erkek pes ediyor zaman zaman artık yürüyemeyeceğini düşünüp umutsuzluğa kapılarak ve sinirleniyor, ama kadın öyle değil büyük bir kendine güven ve azim var, hırslı, yanındakinin yürümesini istiyor, belki yanındaki adam kocası ve evde tek çalışan o ve ayağı yüzünden artık çalışamıyor, kadın ise onun çabucak iyileşmesini ve işine geri dönmesini istiyor, belki de sadece onun ümitsizliğe kapılıp daha kötü olmaması için elinden geleni yapıyor her gün hiç bıkmadan hemde her gün. İleride iki kız bir erkek çocuğu top sektiriyorlar, birkere dizde sektirme birkerede voleybol oynarken kullanılan iki el birleştirildikten sonra bileklere vurarak sektirme şeklinde bir kuralla oynuyorlar. Kültür merkezinin ön tarafında duran birkaç genç yine bana garip garip bakıyorlar, merkezin arka bahçesinde yani bizim evin önünde ufak çocuklar uçurtma uçuruyorlar. Ve işte evdeyim. Şimdi sorun ne yemek yapmam gerektiğini düşünmek. Yemekten sonra birkaç saat oyalanıp 00:35 de, benim için çok zor olan uyuma çalışmaları başlıyor ve gün bitiyor.


Cem

April 17, 2008

An

Bir an olsa kaybolsam, ama fiziksel olarak değil, beni tanıyanların zihinlerinden silinsem, kimse tanımasa beni ama ben onları tanısam. Tesadüfen bir araya geldiğimizde de içten içe gülümsesem, yeniden tanışsak ve ben tüm özellikleri bildiğim halde bilmemezlikten gelsem. Bazılarıyla hiç tanışmasak, sadece onları uzaktan izlesem, günlerinin nasıl geçtiğini gözlemlesem. Acı mı, mutluluk mu, olurdu duyduğum his. Yada duygular önemli değil de, güzel olmaz mıydı?



Cem

April 6, 2008

Ekşi bir nar tadı aldım

Bir kavak ağacı değildi söz konusu olan ama o boydaki bir çocuk için aksini iddaa etmek zordu doğrusu.
İlk bakışta kaşlarıyla bir bütünmüş izlenimi yaratan küt kesilmiş parlak,saman rengi saçları vardı.Saçları,her ay aksatmadan dedesiyle birlikte gittikleri 'çarşı'da berber çırağından gördüğü amerikan tıraşını çok sevmesiyle bu küt hali almıştı.Dedesiyle münasebeti bununla sınırlı değildi:Her akşam çarşıdan getirilen sakızların oluşturduğu ciddi bir koleksiyon ve koca evde dedeyi güldüren tek hadise olarak giyilen dede kıyafetleri ve takkeler,cengiz'i bir imam aynı anda salaş bir ayyaş gibi gösteriyordu.Nede olsa dede dini bütün bir insandı..
Gündüz evde,camdan kalelerin tuz buz edilmesi ve akşamüstü bahçede çalışanlara sataşmalarla geçiyordu zamanı.Hatta bir keresinde dev kazanda yapılan pekmeze sapanından çıkan sert toprak parçasını isabet ettirmişti ve mutluluk iksiri en son eklenen madde ile bir anda çocuğa karşı kötülük tohumlarının filizlenmesine sebebiyet vermişti.Sapan en büyük tutkusuydu.Onunla hep tırmanabilmeyi hayal ettiği o büyük ağacın yanındaki nar ağacının altına pusu kurup gelen kuşları avlıyordu.Nasılda deli gibi istiyordu o uzun kalın gövdeli ağaca tırmanmayı ama ağaç,çivileri çapraz basamaklar şeklinde bağrına çakmayı akıl edemeyen çocuğa hep yüksekten bakıyordu.Cengiz'in en sevdiği meyveleri sunuyordu o yaşlı kollar.Aslında yerdekileri yiyebilirdi ama gurur meselesi yapmıştı bu olayı.Bir kuş sürüsünün yaklaştığını farketti,herzamanki yerini aldı ve cebinden sadece avlanmak için(bazen arkadaşlarıyla konserve kutularına vurmak için yarıştıklarında da kullanırdı)kullandığı oval taşlardan birini çıkardı ve sapanın kulağına yerleştirdi.İşini ustaca yapıyordu,soğukkanlıydı.Nişan aldı ve fırlattı taşı,hemen sonra filmlerdeki planörün düşüşünü andıran bir şekilde süzüle süzüle yere çakıldı zavallı kuş.Koşar adım yaklaştı çocuk,kuşun gagaları arasında gördüğü manzara karşısında dut yemiş bülbüle döndü.

February 27, 2008

bahar mı güz mü bilinmez, sadece yarım bir hayattı o.

Onu ilk gördüğümde bir hastane odasındaydı. Odada tekerlekleri olan iki yatak, otuz yedi ekran bir televizyon, duvara gömülü bir dolap, üçer çekmeceli iki komodin, banyo ve tuvalet vardı. Penceresinden dışarı baktığınızda küçük bir ormanı andıran, çamlardan oluşan bir grup ağaç, karşıda ilkokuldayken çizdiğimiz resimlerdeki gibi birbiriyle kesişen iki dağ görünüyordu. Yataklardan birinde o oturuyordu, diğerinde kimse yoktu, sadece hemşirelik bölümünde öğrenci olan bir genç kız yatağa dayanmıştı. Odada bir de ben vardım. Hemşire onunla konuşmaya çalışıyordu, ama o önündeki bulmacadan başka bir şeyle ilgilenmiyordu, hemşirenin fark etmediği zamanlarda bana bakıp göz kırpıyordu. Arada sırada öğrenci hemşirenin hocası da gelip herhangi bir problem olup olmadığını kontrol ediyordu, tabiî ki bu işlem pek uzun sürmüyordu. Bazen de hemşire diğer odalara gidiyordu. Bu arada onunla yalnız kalıyorduk. Yine hemşirenin gittiği bir zamanda konuşmak istedim onunla ve adını sordum.

- Adım Cem.

- Bende Yazgı.

- Biliyorum, ayrıca çok güzel bir isimin var.

- Nerden biliyorsun ki, seni ilk kez gördüm.

- Ama ben seni ilk kez görmedim.

- Daha önce nerde gördün o zaman.

- Zihnimin derinliklerinde… Ne önemi var ki. Hem sen fazla kurcalama, şimdi buradasın ya işte.

- Peki, sen neden buradasın.

- Bilirsin işte insanlar hastaneye neden gelirler ki.

- Onu biliyorum, hastalığın nedir.

- Ne meraklısın sen, her şeyi kurcalama demiştim ya.

Onunla tanışmamız böyle oldu, ama ona göre sadece benim tanışmammış yani o zaten beni tanıyormuş. O hastanede ne işim vardı bilmiyordum, pek de önemsemiyordum. Sonraki zamanlarda onu daha iyi tanımaya başladım, ama o her seferinde beni şaşırtıyordu, sanki onun da dediği gibi beni çok iyi tanıyordu. Tabiî ki bu arada da tedavisi devam ediyordu; yüksek dozda alınan ilaçlar onu tam bir zombiye çeviriyordu, çoğu zaman uykuyla uyanıklık arasında kalıyordu, boğazında oluşan yara nedeniyle yemek yerken oluşan acının yüzündeki yansımasını görmemek için çoğu zaman gözlerimi kapatırdım. Koluna sürekli takılı olan bronülden akan sıvı miktarını kontrol eden makinenin periyodik sesi beni deliye çeviriyordu, kim bilir onu nasıl etkiliyordu.

Yanındaki boş yatağa onun yaşında bir erkek daha gelmişti, adı Serdar dı. Serdar ve Cem e refakat etmek için anneleri yanlarında kalıyordu, bu hastanede bir tür zorunluluk gibiydi, çünkü kimi zaman hastalar kendinde olmadıklarında yanlarında birilerinin olması gerekiyordu. Ben oraya gittiğimde o hep yalnız oluyordu. Bir süre konuşuyorduk sonra kimse gelmeden ben gidiyordum. Bazı hafta sonları evine gidiyordu, ben orda da onu ziyarete gidiyordum. Bu şekilde geçen birkaç ay sonrasında hastaneden tamamen çıktı, artık yalnız kontrole gidiyordu. Doktorlar iyileştin diyorlardı.

Sonra yarıda kalan okuluna devam etti, liseyi bitirdi, üniversiteye gitti, daha sonra başka bir üniversiteye daha gitti, sonrasında o üniversitede hep istediği şey olan “akademik personel” oldu. Tüm bu zamanlarda hep onun yanındaydım. Tek sorun sadece o yalnızken konuşabiliyorduk. Bunun nedenini sorduğumda beni kimsenin tanımak istemeyeceğini söylerdi, hoşuma gitmezdi bu sözler. Sonra bazı arkadaşlarına benden bahsettiğini söyledi, ama onlarla tanışmam için biraz daha zaman gerekiyormuş.

Onu son gördüğümde evinde, kendi odasında, kendi yatağındaydı, etrafında arkadaşları, akrabaları, sevdiği ve sevmediği kişiler vardı, bedeni uyuyor gibi görünüyordu, ama benimle konuştu, bu sefer ki biraz farklıydı, herkesin içinde konuştu benimle ama kimse ne onu nede beni duymuyormuş gibiydi, beni yanına çağırdı.

- Gelecek misin benimle?

- Geleceğim tabi.

- Ama ben bu sefer gelmeni istemiyorum. Artık özgürsün istediğin yere gidebilirsin.

- Neden istemiyorsun. Hem bundan sonra nereye gidebilirim ki, senden başka kimse benim arkadaşım olamaz, olsa da ben başka arkadaş istemiyorum. Hem dur şimdi olmaz, daha bana beni nerden tanıdığını, nasıl benim hakkımdaki her şeyi bildiğini söylemedin.

- Bunları şimdi konuşmayalım bence. Şuradaki kocaman gözlü, kepçe kulaklı çocuğu görüyorsun değil mi, onun adı Naci, buradaki herkes gittikten sonra onun yanına git, seni hiç yadırgamayacak tek kişi o, hem o aradığın soruların cevabını da bulabilir. Artık gidiyorum, hoşça kal.

Son söyledikleri bunlardı. Bir daha hiç görmedim onu. Sonra söylediği gibi senin yanına geldim. İşte bütün hikaye bu, şimdi ne yapacağımı sen söyleyeceksin.



Cem