December 2, 2007

don-kişot

Yaşım önemli değil kim olduğum da, sadece bazı şeyleri sorgulamak istiyorum, zaten yapabildiğim en iyi şey bu herhalde, yada kendi yapabildiğim tek şey. Şu anda bir şeyler yazmaya çalışıyorum, sonucunda ne çıkacağını bende bilmiyorum, hatta umursamıyorum, istediğim tek şey sadece biraz yazmak. Yazarken çok fazla özen göstermeye de ihtiyacım yok, yazdığım şeyin iyi yada kötü olmasını da umursamıyorum. Sanırım beni ilgilendiren şey yazarken oluşturabileceğim karakterlerde kendimden bir şeyler olması yada onu kendi kafamdan yaratmış olacağım için bana ait diyebileceğim tek şeyin o karakter olması, yada yazdığım bir hikayede oluşturduğum ve orada yaşamak istediğim bir mekan. Hikaye yazmak ; özgürlüğün diğer bir ifadesi benim için, istediğim her şeyi yapmakta özgürüm, oluşturacağım yaşama kimse karışamaz, hikayemde yaptıklarım için kimse beni sorgulayamaz. Hem yazdığım şeyin birileri tarafından okunması, okunmuş olması da gerekmiyor benim için, sadece bir şeyler yazayım. Bir kağıt parçasına, bir bilgisayar diskine, bir ajandaya yada bir ağaç kabuğuna yazılmış olması önemli değil, önemli olan yazdığım şeylerin kafamdan başka bir yere gitmiş olmaları benden uzaklaşmaları, hayali yaşamın, karakterlerin, tüm o istenen şeylerin kafamdan çıkmaları ve onları yazdığım yerlerde benden uzak yaşamaları. Ancak bu şekilde özgür olmadan yaşamam gereken bu dünyada tutunabilirim, yani bana özgürlüğü hatırlatacak olan, hayallerim, tutkum, hırsım, duygularım, onlardan kurtulmanın tek yolu onları yaşayabilecekleri tek yere yani özgürlüğe ancak hikaye yazarak gönderebilirim.

Gecenin bir yarısında kafamda dolaşan şeyleri bir yerlere yazmak için, aldığım alkolün veya gece karanlığının bana cesaret vermesine de ihtiyacım yok, çünkü sadece kendim için yazıyorum ve kafamdakiler tamamen beni bıraktıklarında onları da yok ediyorum. Tıpkı bir filmdeki gibi; bir kişinin iyiliği için ondan önce uzaklaşıp sonra onu öldürmek. Canice ama onların acı çekmesini istemiyorum.

Tüm bu olanların bana tabii ki zararı da var, kolay olmuyor bunca bunalımlı gecenin sabahında mutlu uyanmak. Kayboluyorum, kendimi tam anlamıyla ruhsuz hissediyorum, bu sayede pek de rahatsız olmadığım şey oluyor; insanlardan uzaklaşıyorum. İstediğim yalnızlık değil, sadece insanlarla bir araya geldiğinde tüm bu kurtulmak isteğim şeyler tekrar oluşuyor ve benim yine onlardan kurtulmam gerekiyor. Tıpkı bu yazıya da yapacağım gibi.



Cem

November 25, 2007

Sınırlarını zorlayan müzik eşliğinde üstüne sevmediğinle dans edersin
Bakmak bilmeyen gözlerin ruhun ağır çekiminde iyice körleşir
Zaman geçiyor devran senin dışında dönüyor
Sevmeye başlamak yeniden ve kırılana kadar sevmek
Kırılmaktan yüzsüzlüğü soymak,kafatası avcısı kadar ruhsuz olmak
Bıkmak sözcüğünün sana aynı şeyleri çağrıştırması
Az kaldı diyerek yeniden güçlenmek
Sana bakmıyorlarmış gibi kaslarının acısını hissetmeden koşmak
Uzaklaşırken başka yere yaklşamanın verdiği karanfil kokusunun,
kırmızısında mutluluk göz yaşları
Sıkıntılardan kurtulmak için verdiğin mücadele başkalaşmadan
Solonun azizliğinde ki acil durum çağrısı
Bir tanede sana aldım kurtlara yem olmaktan korkma masum taklidi hiç yapma
Ben yemezsem öpücük partisini kırıklar yer
Usunlanma
...............
Cennetin yakınlığında,kaderin meydanında,ölümün karşısında
Uzlaşma çalışmaları sürerken sinemde ağlayan masal kahramanları
7 cüceleri üst üste koyup maden ocakların merkezinde Pamuk Prenses'e
rest çekme
Mahremiyetin altında ki demir fahişeye haddini bildirme
Korktuğum tiplerin başını çeken Karayelek ......
Bitmeyen çalışmalar .................n.c.

November 22, 2007

Bekleme Cafesiden Son Çağrı

İddaa oyna futbolu yaşa ,
Düşüncelerinin hapisliğinde katmerlenmiş masallar
Bügünün en büyük projesi için bir bir sırada bekleyen mahluklar,
Günün ardından bakan duygusal çocuk;
Olum koşun adam manyaklaştı nameleri,
Aslında aşina olan şeylerin yeniden gündeme gelmesi,
Hiç beklenmedik yönleriyle ele alan;
Sıradışı olmayan ama sıradanlıktan uzak,
Bileklerin ağrıyana kadar yazmak ,
Bekleme Cafesinde,
Hakketen kader diye bir şey var arkdaşlar(PARDON),
"Nerdesin sen be ?''diye soran validen,
"Ben böyleyim" desen ne farkeder,
Devam etmeye çalıştığım rutin işlerime yenilerini ekleme arzusu,
Sen gelmesende buram buram kokan 16. yüzyıl köleleri kadar;
mutluyum,
İstemesem de çekimleri bitmeyen hayatım,
Sonu, basit güzellik olan senaryo yazamayanıyım,
Kalbimin boş oldugu sıralarda NİL KRBHMGL doldurur,
"Yanıp sönerken ne güzeldi , kayıp giderken ne güzeldi"
Vakit, uzatmaları bitmek bilmeyen tarihi farktan kurtuluşun yok dermiş
gibi,
Aaaa sen yine burdasın diyen fütum kuşu ,
Yeşil renkteki pantolunuma 1 hafta kaldı,
25 türk lirası sayıldı,
Babam sağımı gördü,solumu koyuverdi,
Vakit hakketten bitmek bilmedi doldurmak için ne konuşsam ki?

.................

Sadece sıcak bır oda fazla büyük değil kanki,F
kılavyeden faydalanmak istiyorum artık,
Kim yarıdımcı olucak bakem?
Mirkelam susmuyor bak.....

August 20, 2007

Geç kaldı yine güneş..

Hayallerinin ucu kırılmıştı..lapa lapa yağan karda sırtını sokak lambasının direğine dayamıştı. Opera sanatçısına çevrilmiş bütün gözleri üstünde hissediyordu bu ışık altında ama haykıracak hiçbirşeyi kalmamıştı onun..bitirmişti hücre büyüklüğndeki odasında nefesini ve yitirmişti benliğini..mektuplarında ucu yırtıktı..daha çok üşüdüğünü hissetti.Ceketinin cebinden bir yudum konyak aldı koluyla ağzını sildi ve yuvasına bıraktı ölmek isteyen vücuda direnen şişeyi..bir vapur yolculuğu canlandı bir anda zihninde:kasketinden suların boşalmasına izin vermişti eskiden kalma solcu samimiyetiyle..sallana sallana ilerleyen umut yolcuları sanıyordu o zamanlar herkesi kendi gibi..yaşanmış tatlı hatıraları vardı herkesin onunki gibi.. ah!işte tüm heybetiyle heybeliada!o günde yağmur yağıyordu ve ayıya yorgi tepesindeki kilisenin altında sevişmeyi hayal etmişlerdi birbirlerinden habersiz..şiddetini yitirmişti kar.. elinde eminönü'nde kuşlara yem atan sevdiceği arkada kısımda bulanık,ucunda hilali olmayan bi minare fotoğrafı tamamlamıştı hüzün dolu geceden arda kalan hareketsiz vücudun anlamını...yarex

August 4, 2007

AŞK VE MATEMATİK

Bu sayfalarda pek yer almayan bir konuyu ele alacağım bugün.İnsanın yaradılışından beri var olan bir duygu karmaşası bu.Duygu karmaşası diyorum çünkü birden çok duygu -sevinç,mutluluk,hüzün,korku,karamsarlık gibi- bir arada yaşanır.Adına aşk denmiş bu duygu karmaşasının.Belki de a.ş.k demeliyim,kimbilir! Neden aşk denmiş peki bu olaya?Aşk birşeyin kısaltılmış hali olabilir mi?Bunlar aklımı karıştıran sorulardan sadece birkaçı.
Duygu karmaşası olmasının bir sebebi de insanın aşıkken ne halde ve nasıl olduğunu bilmediğidir.Mutludur pektabi yer yer de karamsar.Korku artık bedenindedir.Ne yaparsa yapsın 'Ne olacak şimdi,nasıl olacak bu iş?' gibi soruları aklından çıkarmak pek kolay değildir.Ama bilmez ki korkuları korktuğu oranda gerçekleşecek.En aşık olduğumuzda huzursuzlanmamız,en huzurlu olduğumuzda garip ve anlaşılmaz bir şekilde sıkıntılarla sarsılmamız tamamiyle bütünleşmeyi sağlayamamızdan belki de.Bu şekilde ikilemler içinde olmak insanın yaradılışında mı var yoksa sonradan sahip olunan bir edinim mi sadece?Aşıkken pek birşeyi görmez gözümüz yani 'o' ndan başkasını.Hayat iki kişiliktir artık.Aklımızdan hep şu dizeler geçer: Oysa sevgili,
bir tek sevgil,nasıl da değiştirir dünyanın gerçeğini...
Peki aşk nasıl br duygu ki aşıkken bir başkasını düşünemez,hayal edemez oluyoruz? İnsanın üzerindeki baskıcı ruhu nereden alıyor?Hangi güce dayanıyor?Beyimiz bir çeşit örümcek ağıyla mı sarmalanıyor acaba?Eğer bir başkasını düşünecek olsak bile öncesinde kendimizi ayıplıyor,kınıyor ve belkide küfrediyoruz içten içe kendimize(yine ikilimler başgösterdi).Belki de günah işlediğimiz kanısı oluşuyor içimizde.Hrıstiyanların ,insanın günahkar bir soydan geldiği için daha doğuştan sahip olduklarına inandıkları 'ilk günah' gibi birşey bu.Ne yaparsak yapalım kurtulamayacağımız bir günah bu.
Okuyan herkes 'aşk' ın böyle oluşundan rahatsız olduğumu düşünecek.Aksine böyle olduğu için seviyorum aşkı ve aşık olmayı.Ben sadece neden arıyorum.Hiç kimsenin belli bir tanım yapamadığı ve belli kalıplara sığdıramadığı bir duygu karmaşası olsa da aşk. Gelelim neden aşıkken bir başkasını düşünemez olduğumuza...Eğer hem aşık olduğumuz kişiyi hem de bir başkasını düşünüyorsak ya aşık olduğumuz kişiye gerçekten aşık değiliz (bu arada yine onu düşünüyoruz) ya da bir başkası dediğimiz kişiye aşığız ki onu düşünüyoruz.''Ne yani birini düşünmek için aşık olmak mı gerek?'' diyenler olacaktır elbette.Burada her an,her dakika düşünmekten bahsediyorum ve bu sadece aşkla olabilecek birşey diye düşünüyorum. Dolayısıyla ikisi birlikte doğru olamaz.İki doğru olamayacağına göre burada paradoks vardır. ''Aşkın kimyası olur da matematiği olmaz mı hiç!'' gibi yersiz bir espriye hiç girişmeyeceğim. Matematikçiler bilir matematik tek doğru yanıt ister ve paradoks bir matematikçi için karabasandır. Bilmeyenleriniz için paradoksu açıklamaya çalışayım.A şahsı ''Ben hep yalan söylerim diyor.''Eğer gerçekten yalancıysa,bu söylediği de yalandır;yani aslında hiç yalan söylememektedir;bir başka tabirle doğrucudur.Fakat A şahsı doğrucuysa bu söylediği de doğrudur;yani alında o bir yalancıdır.Mantık bize A şahsını doğrucu kabul edersek yalancı, yalancı kabul edersek doğrucu olması gerektiğini gösteriyor.Demek ki A şahsının yalancı mı, doğrucu mu olduğuna karar veremiyoruz.Bu tam bir paradokstur,çünkü birbirine karşıt iki yanıt da doğru sonuç veriyor,oysa gerçek tektir. A şahsı hem yalancı,hem de doğrucu olamaz.
Gelelim aşka... A.ş.k mı demeliydim! Aşk bir paradoks mudur?Sanırım aşk bir paradokstur, çünkü aşkın neden ikilemlerle dolu olduğunu,insanın üzerinde bıraktığı etkileri -olumlu veye olumsuz- etkileri ve bu etkilerin nedenlerini anlamak pek de mümkün değil.Bu anlaşılmaz duygu karmaşasını irdelemeye gerek yok belki de zevkini çıkarmak en iyisi ve en güzeli.
Ancak şunu unutmamak da yarar var: '' ASLOLAN AŞKTIR YAŞAMDA....''

Sevgi ve saygılarımla...

Can DGNY

August 3, 2007

belki de vakit var daha...

7 gencin hikayesine devam edeceğimi söylemiştim. sizleri yanıltmak ve şüpheye düşürmek istemeyeceğimi bilirsiniz. küstahça bir tavırla söyledim bunu ama hepiniz bilirsiniz benim nasıl olduğumu. herneyse hikayeye devam edelim...
7 sökeli genç...
başlarına gelenler umulmadık şeyler değildi.tahmini güç olmayan,alışılageldik olaylardı aslında. çok karmaşık bir hayatları yoktu anlayacağınız.herkesten uzak kendi dünyalarını kurmuş, kendilerince eğlenen,içen,coşan gençlerdi bir zamanlar. artık öyleler mi? kim bilir! belki de... hayat hepsinden çok şey aldı ve aralarından bir kişiden en fazla.
günlerden bir gün başına gelenlerden sonra ne yapacağını bilemeyen jöntürk,arkadaşlarına sığınmayı bile gururuna yediremedi ve babasına karşı çıkarak evi terketti. o bir jöntürktü ve tek başına hayatta kalabilirdi tüm imkansızlıklara rağmen.hayata karşı dik durmayı becerebilen,asi ruhlu bir gençti. asiliğinin altında kimsenin tahmin edemeyeceği bir duygusallık vardı. bu yönünü kendisi de sevmiyordu çoğu zaman fakat ne yaparsa yapsın bu yönünü değiştiremeyeceğini o da biliyordu. fütursuzca davranarak bu yönünü açığa çıkarmamak için elinden geleni yapıyor,yapıyordu.ancak artık çok geçti.(bir önceki yazımın başlığı buralarda gizliydi) bunun için çok geçti fakat yapılacak daha çok şeyi vardı ve bunları yapması için umut tazeleniyordu kimsenin bilmediği diyarlarda.yapacağı tek şey o diyarlara ulaşmak için engelleri aşmaktı. gücü kalmışmıydı ve istiyor muydu bunu gerçekten? ama başka çaresi yok gibiydi. düşünmeye bile gerek yoktu aslında ama günlerini,gecelerini buna harcadı. olayı kabullenememesinin yanında başarısızlığı kendine yedirememesinin de etksi vardı tabiki. zaman geçtikçe yapacak başka birşeyi olmadığını anlayacak geldiği yere geri döneceği umudunu taşıyan biz arkadaşlarını bile elinin tersiyle savurmuştu bir tarafa. hepimiz bekliyoruz,ne olacak,ne bitecek diye... önümüzdeki günler jöntürk n.a.c.i nin geleceğine bir ışık tutacak ve hangi yola gideceğini gösterecek...
bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle
hepinize sevgi ve saygılarımla
Can DGNY

August 2, 2007

artık çok geç

yıllar önce geleceğin böyle olacağını nerden bilebilirdik.hayatın bize neler getireceğini daha doğrusu sırtımıza neler yükleyebileceğini nasıl kestirebilirdik.hayat toz pembeydi o zamanlar. tabiki lise yıllarından bahsediyorum.çok değil daha 4-5yıl öncesinden.artık birer üniversiteliyiz, bu sıfatı pek benimsemesekte...( benimsemeyen arkadaşlarımız oldu) artık geriye dönüp de bazı şeyleri yeniden yapmak ya da hiç yapmamış olmayı dilerdik belki de.ancak artık çok geç. tren çoktan gardan uzaklaştı ve onu yakalama şansımız yok.yine de çok umutsuz değiliz.hayatın bize hediye edeceği daha çok şey var,hiç ummadığımız anlarda sürprizlerle karşılacabiliriz.önemli olan afallamadan yola devam etmek,edebilmek... hiç birimiz duygularına gem vurarak yaşamayı seçmedik,bu bizim elimizde değildi belki de.
jöntürkler adı ile yola çıkan bir grup gencin hikayesi bu. zaman zaman komik,zaman zaman trajedik olaylara sahne olmuş bir geçmiş...kaybedenlerin hikayesi. hepsi bir tarafa savrulmuş olsa da yine de pek kopmadılar birbirlerinden,hala vakit ve şans buldukça görüşüyorlar ve dostluğun ne olduğunu biliyorlar. bu grubun üyeleri sırayla takdim etmek istiyorum: Naci,Muzo,Tolga,Cem,Onur,Can ve aramıza son olarak katılan Doğan...
bu onurlu 7 gencin hikayesi henüz bitmedi. devamı elbette ki gelecek...
hepinize sevgi ve saygılarımla
Can DGNY

July 25, 2007

kelimlerin karmaşık hayatları ve benim onları anlayamamam

İstikrar. Birkaç gün öncesine kadar bu kelimenin anlamını tam olarak bilmiyordum. Ama o kadar çok kullanıldı ki (acaba kullananlar da biliyor mu anlamını merak ediyorum), anlamı neymiş bir bakayım dedirttirdi bana ve baktım, hatta birlikte inceleyelim, tdk’nın güncel sözlüğündeki anlamları;

1 . Aynı kararda, biçimde sürme, kararlılık:

2 . Yerleşme, oturma.

3 . (mecaz) Denge.

4 . (ekonomi) Ödemeler dengesinde, istihdamda düzen.

Şimdi bakalım bizim aradığımız hangi anlam.

Birinci anlam, “aynı kararda, biçimde sürme, kararlılık”, bu anlam etrafta söylenenleri biraz andırıyor, sanki. Bu sözcüğü kullananlar yalnız kullanmıyorlar önüne bir de “ekonomik” gibi bir kelime koyarak kullanıyorlar. Bu kelimenin anlamını biliyoruz, ama bir tekrar edelim. Ekonomik, kökü ekonomi, ekonomi; “İnsanların yaşayabilmek için üretme, ürettiklerini bölüşme biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan ilişkilerin bütünü”(yine tdk), ekonomik de “ekonomi ile ilgili” anlamına geliyor. Biraz toparlamaya çalışalım, aradığımız kelime hatta kelime grubu “ekonomik istikrar” ekonomiyi artık bildiğimize göre bu kelime grubunu biraz inceleyelim. “ekonomik istikrar”; ekonomik olarak, aynı biçimde sürmek, devam etmek, yani ekonomik kararlılık. Varsayalım ki bu, aradığımız kelime, bu durumda, bu “ekonomik istikrar” nerden geliyor buna bakalım. Ekonomi deki dengemiz, ekonomik krizden kurtulmamız nasıl gerçekleşti; tabiî ki saygıdeğer! yöneticilerimizin süper satış politikası sayesinde. Peki nedir bu politika. Devlete gelir getiren, ekonominin ileri vadedeki kurtarıcıları olan, devletin önemli kuruluşlarını, kendi deyimleriyle “iyi bir fiyata” ve özellikle yabancı sermaye satmak.(yanlış anlamayın özelleştirmeye karşı falan değilim ama bunun da bir şekli şemali vardır.) Güzel bir strateji değil mi? Bu stratejinin amacı kısa vadede gelir sağlayıp, başımıza musallat olan “ekonomik kriz”imizi, “göz boyaması” yöntemiyle ortadan kaldırıp, zaten pek fazla düşünmeyi sevmeyen fakat zeki halkımızın sonsuz güvenini kazanmak (gerçi halkımız bu durumdan mutluymuş ki, “yola devam” ediyorlar; ne diyelim onlar mutluysa bana diyecek bir şey yok.). Aradığımız kelimenin anlamının bu olmasını istemem çünkü durum pek hoş değil. Neyse aradığımızdan pek uzaklaşmayalım, yani kelimenin anlamı.

İkinci anlam olsa, “yerleşme, oturma”, yok bu olmadı sanki. Devam edelim.

Üçüncü anlam, “denge”, bunu yukarıda açıklamaya çalıştığım, kararlılığın içine dahil edebiliriz.

Ve dördüncü anlam, “ödemeler dengesinde, istihdamda düzen”, bu da biraz yakın sanki. Şimdi biraz başa dönelim, şu “ekonomik istikrar” denen şey acaba, “ekonomik anlamda istikrar” mı ki? Eğer böyle ise bu dördüncü anlamımız, tam olarak bunu ifade ediyor. Varsayalım ki kelimemiz bu olsun. Bu durumda biraz inceleyelim; ödemeler dengesindeki düzeni ele alalım. Ülkemizin geçtiğimiz dört yıl süresinde oluşan dış borcu şu an itibarı ile, dört yıl öncesine kadar olan toplam dış borcundan daha fazla. Bu gerçeğin ışığında düşünürsek, bu durumda ödemeler dengesindeki düzen –eğer düzen, düzenli olarak borç yapmak anlamına gelmiyorsa- bence ters yönde ilerliyor. Peki istihdamda düzen olsa, burada da yeni bir kelime çıkıyor karşımıza, istihdam; bir görevde, bir işte kullanma (tdk), yani iş verme miktarı. Tuik (Türkiye istatistik kurumu) in eğitim durumuna göre işgücü istatistiklerine göre; 2000 ve 2006 yılları arasındaki üniversite öğrencilerinin işsizlik oranı yıllık olarak sırasıyla; %7, %7.8, %11.1, %11.1, %12.4, %10.2 ve %9.5. Bu sonuçlara bakılırsa işgücünde süper bir “istikrar” yok, hatta baya bildiğimiz dengesizlik var. Yani bu da değil.

Bak ya yine çelişkiye düştüm. Sanırım bende bir sorun var, çünkü bu ülkede olan bir şeyi anlamaya çalışırken hep çelişkiye düşüyorum. Neyse anlayanlar var ki istikrar kelimesinin anlamını, rahatça ve her yerde kullanıyorlar. Hem ben aklımın ermediği şeylere burnumu sokmasam iyi olacak sanırım.

Cem

July 22, 2007

ışık azalıyor yine, göremiyorum etrafı, bu şekilde daha fazla devam edemem

Ortalama yirmi yıldır bu hayattayım, ve hep belirsiz bir gerginlik var bu milletin üzerinde. Ve milletçe bize her yönden zarar verenleri seviyoruz, bize iyi davrananlara ise acaba bu iyiliğinin altından ne gibi bir kötülük çıkacak gibi bir önyargıyla yaklaşırız hep. Bunu hepimiz biliyoruz. Milletçe paranoyağız diyeceğim, kızacaksınız, o zaman bunu düşündüğüm için ben paranoyağım. Paranoyak birisinin yazdığını okumak istemeyebilirsizin, hatta okumayın da zaten, paranoyağım ben lan. Her neyse ben yazayım da okuyan okur. Paranoyak değil bu millet tamam, değil de ne bu millet peki. Bir millet her insanına kadar bu şekilde “düşünce hastalığına” yakalanabilir, acaba bir tür biyolojik silah mı bizi bu hale getiren. Halbuki eskiden böyle değildi bu millet, eskiden herkes bugünkünden daha özgürdü; tüm milletler bir arada ve özgürce yaşarlardı. Nasıl geldik bu hale, bilemiyorum. Kimi dış zorlama dedi, kimi devletin içinde birileri var dedi. Bunlar halledilir, düzeltilir de, bu milletin mantıklı düşünmesi, hatta daha önemlisi düşünebilmeyi öğrenebilmesi sağlanabilecek mi. Oysa ne güzel insanımız vardı –vardı, artık yok- bizim, o milletin efendisi dediğimiz köylümüz vardı, hep o yardımsever, çalışkan haliyle efendimiz olmayı hak ediyordu, ama nerde bunlar. Ne güzel söylemişti Aziz, bu millet için büyük bir öngörüyle ve bir o kadar da gerçeğin ona verdiği üzüntüyle.

Nasıl başaracağız, yaşamayı, bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine, şairin dediği gibi. İstediğim şey çok mu fazla benim için, bu yüzden mi hiç kavuşamadım ve umudumu yitirmediğim halde kavuşamayacağımı düşünüyorum. Oysaki özgürlük, başarılı bir sosyal devlet, güzel bir yönetim, öldürülmeden yaşayan aydınlar, unutulmuş etnik kökenler olsaydı, daha iyi olmaz mıydı?

Uyan dostum artık, uyanının artık, karanlıktan, uyan.


Cem

July 17, 2007

Oyuncaklarımızı elimizden aldılar

Gece, saç, parlayan yıldız, kırmızı şarap, ışık

Her şeyin değerini yitirmeye başladığı bu günlerde, sanki bir halsizlik, bir yorgunluk sardı hepimizi birdenbire. Kaçar olduk her bir günün ışığından ve yorulur olduk yapmayı sevdiğimiz şeyleri yaparken. Oysa böylemiydik daha öncesinde ha. Ne güzel çocuklardık ve o zaman fark edememiştik oyun oynamanın (o zamanlardaki sevdiğimiz şeylerden en önemlisi) bizi yormadığını hatta bize güç verdiğini. Evet farkında değildik. Şimdi daha iyi anlıyorum biz sokakta oynarken hiç yorulmaz mı bu çocuklar diyen orta yaşlı amcaları. Onlarda unutmuşlardı çocukken oyun oynadıkları arkadaşlarının adlarını ve yorgun düşmüşlerdi bilinmezliklerle dolu hayatı anlamaya çalışmaktan. Biz de böyle mi olucaktık.

Sonra “büyüdün sen artık”, “kooocaman adam oldun” dediler, çocuk aklı işte inandık, aldılar elimizden oyuncaklarımızı. İşte o zaman başladık kendimizi yok etmeye, çünkü “kocaman adamdık” artık biz ve bazı şeyleri yapmamız ‘yakışık almaz’ dı. “Neyse” dedik, devam ettik yola, hem de hiç arkamıza bakmadan, sanki bir atletizm oyununda bayrağı öndekine yetiştirme zorunluluğunda hissettik kendimizi, kimimiz başardık (güldürme beni!) kimimiz takımımıza zaman kaybettirdik, ama sonunda ikimiz de yorulmuştuk be usta.

Yürürken bizim için çizilmeye çalışılmış, ve çizenler tarafından pürüzsüz olduğuna ikna edildiğimiz yollarda, sendelediğimiz zaman ayağımızın altına takılan şeyin taş olabileceğini düşünmedik, çünkü pürüzsüzdü o yollar. Baktık olmadı, düşe kalka ilerledik “yolumuzda”, önümüze birileri çıktı ve biz onları tanımaktan korktuk, çünkü “tanımadığımız insanlarla konuşmamamız” tembihlenmişti taa konuşmayı öğrendiğimiz zamandan beri.

Can sıkıntısından olsa gerek -çünkü birinin sizi yönlendirmesi hep sizi sıkar- kendimizle uğraşmaya başladık. Farklılaştırdık kendimizi, belki zaten hiç kendimiz olamadığımızdan iyice bozmak istedik ve hep korktuk kendi kendimizle karşılaşmaktan aynada.

İçimizde hep bi başaramama hissiyle yaşadık bu zamana kadar, başarının komşularda yada akrabalarda gösterilen “başarı” örnekleriyle olacağını zannettik. Oysa aynen o çocukluktaki gibi enerjik olmalıydık ki yarına çıkabilelim.

Ama ne oldu oyuncaklarımızı aldılar elimizden…




Cem

July 8, 2007

Lise'ye dönüş


5 yıllık aranın ardından lise eğitimimize geri döndük.Yorumlarınızı beklemesekte inatla yazanların adlarını da yazması önemle duyrulur.İnanın ki onlarla bire bir hesaplaşmaktan onur duyarız...

May 31, 2007

yolunu kaybetmiş

3 yıl önce hocalarının sen tıp kazanırsın diyerek pof poflayarak lanet olası kendi geleceğimizi kendi elimizden alan 3 saate sığdırılmış ebesin amı kadar soru içinde boğuşarak umutlarımızı heyacanlarımızı kaybettiğimiz bir sınav sonrası işte burda ıspartadayım.hayatın elimizden aldığı pusulamızla kendi zincirlerini kırma çabasıyla tel örgülerin arkasından bakarcasına çaresiz ,tüm bunlara rağmen sabah tekrar doğmayı bekleyen güneş kadar ümitliyiz.o doğan güneş heryeri aydınlatmaya yetiyordu ama ya benim geleceğim üzerine gelince ortalık zifiri karanlık gözlerimdeki ışılıtıyı göremeyecek kadar.kahpe dünyanın anne rahminden itibaren ele geçirdiği yaşam pusulamızı artı keni elimize alma zamanı geldi.onun başını utanınırcasına öne eğerek şimdi ne yapacağını kestiremeden attığı adımları sayarak yürümesinin sebebi ne onu sökede bekleyen Yaşar Ünver in kömür ocağı ne Lütfiye Hanımın serzenişleri ne de aydın kuyumculuğun kahpesi.onun tek üzüntüsü dileklerini, sevdalarını ,heyecanlarını ümitlerini ve en önemlisi benliğini geride bırakması. kendini sökeden getirdiği kepçe kulaklı arkadaşını sadece yanında fiziksel olarak geri götürüyordu, ruhu beklentileri ve yaşama bağlılığı burda kaldı.onun savaşı kahpe hayattan kendi pusulasını alıp hayatını istediği gibi yönlendirip geleceğine umut dolu bakma isteyişi.o buraya dönmek zorunda çünkü o sadece kendini götürdü sadece o 2 bavula sığrıbildiklerini ya diğerleri ne olacaktı.......

Siteleri severim ama seni sevmem...

Bildiğiniz üzere evde internet keyfine varma şansım varken ,ben yalnızları oynadığım için kendimi bütün arkdaşlık sitelerinin içinde buldum ama aradığımı bulamadım.Komik değil,trajik ve düşündürücü tabi bu kısım bana ait.6 saata yakın arkadaşlık sitelerinde geçirdiğim vaktin sonucunda sıfırdan büyük ,daha büyük bir boşlukta kaybolurken ,beni en çok mutluluğa ulaştıran şey ,sitesini ziyaret ettiğim kızların kendilerini tanıtırken kullandıkları sıfatlar. (bence gerçekle alakası olmayan şeyler)Amına koyam hepsi mi Deli-Dolu ,Çılgın Eğlenceli olur ben hepsini sikerim delidolu olur eğlenirler,cinnet anım şu andır.Bu kadar mı çaresizsiniz be amına kodum insanları.Bir insan kendini başka birine böyle mi tanıtır yahu.Hepsi megolaman fahişelerin.("Bana yüz vermedikleri için böyle değil ,azıcık alakası var kabul")İnsanlar kendine burda sıfat veriyor herhalde.Sosyal yaşantısında içine kapanık,manyak, agresif ,iletişimi yok dialog kurdukları tek şey aynaları.Ama siteye girince tanrıça hepsi,yarrağımın antifirizleri(murat kaçar içime).....

HABERLER

Samsun 19 mayıs üniversitesinin F.E.F sünde nükleer kaçak tepsit edilmiş tek kişi canlı kalmıştır....

May 26, 2007

Hazırlanmadan önce hayaller gelir



Günler günleri kovaladı,ellerimde ki soğan kokusu çıkmadan q klavyeye dokundum.Tazeliği besleyen elmanın keyfini korumaya çalışan çılgın çocuk.Çok az kaldı farkındayım ve yine mücadele etmeden yorgun düşen gözlerim.Çaresizliğimle dalga geçen günler ve aşağılayıcı bakışların ardında ki ben ..Sabredecek gücü kalmayan bir it gibiyim.Yardıma gerek yok çok gururluyum ne kadar bilmesenizde aslımı koruyan tek şey ,kendimi yerimi tanıma çabası içinde keşfettiğim tek gerçek yönüm ,bilinmiyenlerin ardında.Onu üzmek istemiyorum ama o kadar umarsamaz davranıyorum ki ağlamak çözüm gibi gözüküyor.Kendimi kandırma konusunda öyle başarılı sayılmam ama geçen 3 yılın ardında bu da reddedilemeycek bir olay.Ne kadar korktuğumu attığım kahkalarda görebilirsiniz.Sizin sefilliğiniz benim çaresizliğimi yansıtıyor aslında.Herşeyin bu kadar açık ve net olmasının ardından gelen ellerimde ki bilinmeyen sonucun,tahmini yüksek sonuç olması kadar korkunç değil.Bu ince farkı keşfetmek senin güzelliğini tamamlarken beni ÇİRKİN KRAL yapar.Hayatın tadı olsa gerek ama dayanmanın sınırları ardındaki ben bu tadın acısını çekmek,herzaman sadece beni üzse keşke......

May 18, 2007


mersinliymiş hayır hayır ben erdemliliyim belli olmuyor mu memleketin en güzide ilçesinden en alışılmışın dışında farklılığın yücelttiği memleketim benim herşeyimle ERDEMLİLİYİM ben.Küçükken den beri süre gelen en korkuncu hala devam eden benim hiçbirşeyim olmadı.
onun ne topu ne bisikleti ne de mavi jeans bir t_shirtü oldu küçükken hep ezilen hep kaybedendi o, tanrının onu kutsamışlığından bihaber arkadaşlarının tıp okuyup onun ıspartada beş yanı dağlarla çevrili bir yerde matematik okumayı kaldıramıyordu.yüzündeki bu benliğini kaybetmiş gevşekçesine verdiği ifade erdemlilikten kurtulma çabasıydı onun.dudakalrı artık özlemle ilk öpüşeceği o untulmaz anı beklemekten yorgun düşmüş ,bezmiş ve azarak şaha kalmışcasına AYŞEN diyordu.ya o bir milyoncudan aldığı gözlükleri o da bilmiyordu neden taktığını ya hayatın acımasız kahpe yüzünü görmeye korkuyor sa;'gülenin tacı, bu gül çelengi tacı bizzat ben bu tacı başıma ,başıma koyuyorum ve gülüşümü kutsuyorum.bu işi yapacak daha güçlü adam bulamıyorum.Ve gerçekten, bir asılacak resim haline gelmedim ve henüz bir sütun gibi katı taştan ve yorgun değilim.ben parayı severim parayla kutsan mış onunla modifiye empoze edilen her şeyi severim. ben severim naciyi annesinin naciyi sevdiğinden öte bana SALAK diyişini'NAPAYIM BABA BEN BÖYLYİM'AAAAAA İŞİNİZİNİZE GELİRSE SİZ BİİLİRSİNİZ.
ÖZYÖN SÖZ GRUBU

May 17, 2007

Alışkanlıların üretimi


İsyanım kendi salaklığma ıspatlamak sizin elinizde değil kendi kabul gördüklerimin doğrultusunda uslanmak bilmezken saat ilerlemiş asıl yazmak istediklerimi hatırlamayacak kadar alkol ve kusmuğa boğulmuş olmamdır.İnkar etmek kendine zarardır sen sadece ve sadece gördüğüne inan masallar sırf bu yüzden oluşmadımı?Gerçekleri renkli karakterle anlatıp salak KARGA demekten öteye gitmemizi engellez mi?Sen ne kadar doğrusunda bana konuşuyorsun kusursuzluğa yaklaşan ben olurum sen konuştukça sen farkına varan kadar KEDİLER eşcincelliğ yaşamış olur sen MA olursun .Güzel annem ne güzel söylemiş sırtında hissettiğin soğuk ölümü kararsızlaşıtırır ben son güzelliğmi herkese farklı bir biçimde yapacağım kurallara uygun uamrsızca aaaaahhh resmin sadeliğinde ki ışığı yakalmaya çalış sen uzak dursanda O seni bulur hepimiz egolarımız şişerecek kadar mutlu olabiliriz.Sen reddetmeye çalışma asıl olan geçmişi yakalayamamaktır ,neyin çaldığının ne önemi var ben uykuyu özledim sen farkına varana kadar izmarit yanar ben uyurum nerde oldugunu bilmeden yollarda derbeder olurum benden beter olursun......

May 7, 2007

bahar hep yanımızdaydı ama yorgundu [iki önceki yazıya cevaben]

onemli olan o cadının içindeki masumluk değildi, nekadar kendinin farkında olduğu ve bundan zevk alıp almadığıydı. fakat sanırım cadı öldü yada kendini öldürdü yada öyle zannediyo. belki cadıyla ilgimiz olmadı hiç bu yüzden onu görmedik. belkide, hep görüyoduk ama farketmedik. aslında sorunumuz aslını kaybetme sorunu değildi de sadece aslımızın ne olduğu konusunda endişelerimiz var galiba vede bizden farklı herkez, sanki yaşamamaları gereken kişiler olarak göründü hep bize yada onlardan nefret ettik gereksizce hep, buyüzden yeniliklere açık olmayı öğreten öğretmenimizi de onun istemediği birşekilde, yani biz yeniliklere açık değiliz dermiş gibi, yani aşağılarmışcasına umursamadık ilgilendiğimiz tek şey onun söylemedikleriydi, bunu bize yaptıran şeytanmıydı yada şeytan diye bişe varmıydı diye düşündük bazen ama cevap açıktı "şeytan kendi içimizde", istediğimiz zaman onu dışarıçıkarıp sonrada sanki bunları biz yapmamışcasına suçu onun üstüne attık hep, kendimize günah keçisi dedik bazen sonra sorduk günah denen olgu neydi diye yine kendimize, bazen dedikki günah ilahi bir olgudur bazende günah denen birşey yoktur dedik, sadece insan olmanın, erdemin verdiği gücün ilahi olgulardan güçlü olduğuna inandık ve buna göre yaşadık biraz. en sonunda farkettik ki hayatın anlamında, hayatı anlama çabasının yattığını vede bu anlama çabasının artmasıyla hayata olan bağlılığımızın, önümüze çıkan her engelle savaşma gücünün arttığını gördük. savaşmak gereklimiydi sorunlarla diye düşünük, ve biraz pes ettik, sıkıldık hayattan sanki başa döndük yine sorduk hayatın anlamını, sanki bir çemberin kenarında yürüyomuş gibi cevap aynıydı. uyandık rüyadan sersem gibi, o uykunun mahmuluğuyla yaşamanın tadınna nasıl varabileceğimizi düşünük. sonra da etrafımıza baktık salak gibi. biraz uzaktan bir ışık geliyordu, herzaman ki gibi ona doğru yürüdük ve busefer bizden uzaklaşmadı bu ışık gittikçe yenilendik adeta, ve ışıgın sonunda karşımıza güzel yüzlü o çıktı ve tüm güzelliğiyle ve bizim kendimizi ona layık görmeiyişimizi umursamadan, tüm sevigsiyle elimizi tuttu, etrafındakileri umursamadan kocaman sarıldı bize ve dedi ki hayat bundan başka bir şey olamaz.

cem

April 25, 2007

Orhun Anıtlarında Adı Yazılmadıysa YAZIKTIR GÜNAHTIR


Allah 'ım günahlarının hepsi benim, tövbelerinle beni öldür yüceltmen gereken inan bana o şu masumluk okadar çok şey anlatırken kelime haznemin yetersizliği her dafasında yüzüme YAŞAR ÜNVER tokatı gibi inerken çaresizliğimi önderin matematikte yapamadığı soruları bana anlatarak rahatlamamı sağlamadı ama benden bir dünya olarak yeni ufukalara yol alırken ben onu izleyip bir kez daha aşık oluyordum o habersiz .bihaber ..makarnamın güzellğinden intihar edecek kadar mutlu olabilecekken.. ah yeniler kayde değer işler yapabiliyor ben üzülüyorum üretmediğime ....

AUDREY TAUTOU

Da vinci'nin şifresi
Rus Bebekler
Kayıp Nişanlı
Kirli Tatlı Şeyler
Seviyor Sevmiyor...
İspanyol Pansiyonu
Amelie


Hepsi güzelmi bilmiyorum izlediklerim harika davinci hariç amelie ve seviyor sevmiyor onun kusursuzluğunu taşıyor....Birde adı

bahar ayrıldı arıtk aramızdan ben göremeden onu


bak sen kimleri görüyorum tatlıymış o masum cadı ahh nerde kaldı ki o masumluğu taşıyan elçi,görenler olmuş ama kader olsa gerek nede olsa sıkışınca,kılfını geçirip deli gibi sikişmeye başlıyoruz aslını kaybetme korkusunda olan her köpek kadar bizde korkuyoruz...Mahallenin en çok sikilen köpeği kadar değersizliğimizi koruyoruz yeniliklere açık olmayı öğreten bir öğretmenin ıslak ıslak kalmış amı herşeyi açıklarken bana megolaman olmam gerektiğini söyleyen şeytanın haline bakın ne oldu diye ağlamak koşmak kadar iyi olamaz güvencesine varmış gibi nerde kalmıştık demeyi gerçekten özledim... günah keçisiyim ben sinekler yaladı yüzümü asıl mevzuyu uslu durmuş cocuk anlatsın konuş bakılım piç:
--Rüyalarımda ısıtılmış toprak yiyorum tadını hiç bilmediğim gibi iğreniyorum ama çevremdekiler o kadar rahat ki uyanıyorum çıplak kalıyor düşüncelerim prensesim geliyor hayal bunlar artık zaman anlamını yitirdi neden mavi hap ki diye sordu NEO kendine ----

March 10, 2007

ağlamak istiyorum

geçen gün naci bana bi mail attı ve benden daha önce kendisinin yazmış olduğu bazı mailleri hala bulup bulamıyacağımı sordu... neyse asıl mesele bu mailleri ararken onun yazmış olduğu başka maillerle karşılaştım ve biraz nostalji yaptım. ve bulduğum bi maili aynen buraya yerleştirmek istiyorum.


Masumluk sıkıcı bir hal aldı artık benı benden uzaklastırdı.Sankı ben yokum ne yaptıgım ne dusdugumun onemı yok
Yasadıklarım yaptıgım sacmalıkların bır parcası olmaktan cıktı
hıc bakmadan kostugum yolları bıle tanımayaz oldum
sorun bende mı yoksa bu basıt duzenın ınsanlar uzerındekı mukemmel etkısı mı?
Mukemmellık ne kadar zor olabılır hıssetmedıgın surece bır sey
yasamadıgın zamanda
Nıye artıslesırız kı anlamam ,gerılır olup bıtene adı ustunde oldu bıttı hakkında abuk subuk komplolar kurarız yarın belkı dunyanın en salak seklınde olup gıdıcez aglayanları gormek bızı uzup sevındırecek mı o arada gıdıp gelcekmıyız
bilmek ıcın yasadıgımız su dunyada ne ye yarayack bıldıkleırımız cok para mı cok saader mı kımın umrunda olucaz haepımız



ve nacinin tekrar yazmasını istiyorum hemde şiddetle..