December 8, 2013

mutsuzluk değil

Kötü haber; bugün de ölmedim. Durduk yere nereden çıktı bu, diye serzenen* arkadaşlara selam. Uzun zamandır -belki son iki-üç yıl- hani o her zaman her şeyine güvendiğim, yanlış yapabileceğine inanmadığım, bu yüzden de peşinden koşmayı bir an bile kesmediğim mantığımın bana son söylediği bu. Ne yapabilir ki insan mantığı karşısında. Hiç de durduk yere değil oysaki düşündüm, tarttım, araştırdım, yıllarımı verdim. Siz durduk yere bana akıl vermeyi (aşağılamayı) nereden çıkardınız asıl. Tamam, belki arkadaşlarıma ve etrafımdaki insanlara iyi davranmayı bıraktım, ama bu benim istediğim bir şey değildi. Yalnızca çok yoruldum. Artık o sıradan insanı oynamak zor geliyor. Kendime bir sıfat ya da ismi yakıştıramadığımı biliyorum. Hiçbir zaman -bırak sıradanlığı- bir insan dahi olamadım; öğrenci, sıcakkanlı, akademisyen, sevgili, sempatik, matematikçi, havalı, arkadaş, ne dediysem olmadı kendime, uymadı, eğreti durdu, eksik kaldı, fazla oldu. Ama insanlar yakıştırdı; insanlar hep yakıştırır, durmazlar, demezler ki bu adamın derdi ne, pat yapıştırırlar; ruhsuz, garip, yalnız, dengesiz. Ben de nedense hep bu yakıştırılan sıfatları sevdim, kendime uygun bulamadım, aradım çok, bulamadım, ama sevdim, keşke söylenenlere, insanlara, layık olabilseydim. Düşünsenize gerçekten dengesiz olduğumu, başka bir isteğim olmazdı galiba insanlardan, tamam derdim bir daha bana bir iyilik yapmanıza gerek kalmadı, ne kadar iyi anlamışsınız, tek kelime ile çözdünüz beni, şimdiden seviyorum sizi. Zaten seviyorum, o ayrı. Bu durum, hani şu sevgililerin birbirlerini sevdikleri halde bazen -belki de sık sık- tartışmalarına benzer bir şey. Sevgililer; onları da çözebilmiş değilim, böyle kendi hallerinde, sevgiliye özel bir şeyler var sanırım ama anlayamadım henüz, çok zor, yüksek matematik daha kolay hâlbuki. Bir kullanma kılavuzu olsaydı hayatın, çok mutlu olurdum; uyumak için sayfa beşe bakınız, temel ihtiyaçlar bölümünde, sevişmek; uykudan iki sayfa sonrası, sevgililik; o artık temel ihtiyaçlar konusunda değil, ikinci üniteye bakmak lazım. Kitabın sonlarına doğru da, yazarımızdan tavsiyeler; daha iyi nasıl yaşanır. Yazarı kim olabilir ki böyle bir kitabın. Hem birisi olsa bile, o da arkadaşları arasındayken, bir muhabbette, oğlum, hayatın kitabını yazdım ben, komikliğini yapmak istemeyecek mi, o kadar mı iyi kavramış yaşamı bu insan. Kötü esprilerden kaçının, bakınız ünite dört. Hem kavramış, hem de yazdıklarını uyguluyor, vay be. Durduk yere şaşırtın arkadaşlarınızı, güzel sürprizler yapın, sizi daha çok seveceklerdir. Nasıl yani? İnsanların beni sevmesini de sağlayabiliyor musunuz? Yazarımız oldukça iddialı, kendine güveniyor. Kendine güvenen insanlara hep özenmişimdir ve özendikçe de korkmuşumdur. Özentimin de ciddi bir nedeni yok; sadece insanlar söyleyip duruyor ya hep; kendine güvenen insanlar başarılı olurlar, diye, ondan istiyorum bende. Başarı mı dediniz, sanırım o da var kılavuzumuzda. Bu kılavuz işi çok sıkmaya başladı beni, vazgeçtim olmasın. Benim gibiler de yaşamayı öğrenemeden idare etmeye çalışsınlar. Yaşamak zorunda da değiller. Hem zaten evrimin temel kuramı ne diyor; işe yaramıyorsa, öldür. İşe yaramak için neler yaptım bir bilseniz. Hiç tanımadığım insanlara yardım ettim, eksikliklerini kapadım, sevdim; hiç birine de demedim ki, abi ben seni sevmiyorum, ya da abi ya şu adamı sevemedim gitti bir türlü; yok, hep sevdim, belki bir tanesi çıkar da az da olsa sevgi gösterisinde bulunur; abi be, ben de seni seviyorum lan, der. Cinsiyet, dil, bölge ayırmadım, sevdim. Kadınları da sevdim. Gözüme en çok sevilmemesi gereken onlar olarak görünmelerine rağmen cesur davrandım, kimseyi dinlemedim, sevdim. Onlar da hep bir şey aradılar sevgimin altında, üstünde, içinde, yanında, uzağında. Durun lan, ne yaptığınızın farkında mısınız, diyemedim. Gene sevdim, sorgulamadım; durduk yere, hiç hesapta yokken, birdenbire sevdim. Durduk yere sevmek mi! Dedikleri kadar var sanırım, bu çocukta hiç akıl yok. Ama uzaktan sevdim nedense. Yaklaşamadım bir türlü, hepsi, sanki onlara azcık dahi yakınlaşmaya başlasam, beni korkutmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Hemen ilk iş, benimsin, demeye getiriyorlardı. Nasıl yani? Hani kadınları eşya gibi görüyorlardı. Yok canım, ben yanlış anladım sanırım. Onlardaki zekâ ya da kavrayışın bende olmasına imkân yok, teknik olarak beyinlerinin sağ ve sol lobu arasındaki iletişim erkeklere göre daha fazla, yani corpus callosium’ları daha kalın. Sorun sende değil bende olmalıydı. Bu yüzden de korktum onlardan; bir gün bir tanesi çıkacak da, bütün o evrimsel özelliklerini kullanarak, öyle bir laf edecek ki kendimi aptal gibi hissedeceğim. Ama hiç böyle birisi ile karşılaşamadım nedense; hep, şu kızı mı kesiyorsun sen bir saattirler ile meşguldü bizimkilerin nöronları. Hayatımda hiç de birisini kestiğimi bilmem, kesmek nasıl olur onu bile bilmem, kılavuza mı baksam. Dedim ya hiçbir sıfat bana uygun değildi; erkek de olamadım ben bir türlü (kadın da değil; aklınızdan geçenleri bilmiyorum sanmayın). Ne şu futbol muhabbetlerini anlayabildim, ne de bir arkadaşımın götürdüğü hatunları sevinçle bize anlatmasını. Ne kadar aptalca bir muhabbet lan bu dedi bana mantığım. Sonra da sorar bu ağabeyler, kendilerinin yapmış olmasının haklı gururu ile; sen der, hiç der, bir kadınla şunu yaptın mı, hayır mı, abi ben öbürünü de yapmadım ki, oğlum sen ne zaman değişeceksin (adam olacaksın diyor aslında), hâlbuki daha dün o da yapmamıştır o sorduğu şeyi. Hiçbir zaman, sırf bir kadın ile sevişebilmek için, ona olmadığım gibi görünmek oyununu oynayamadım. Yanlış yaşadım sanırım, kılavuz olsaydı iyiydi. Hep olduğum gibi göründüm, o zaman da kadınlar benden uzaklaştılar. Çünkü onlar her ne kadar kabul etmeseler de, bu yalanlar hoşlarına gidiyor, kendilerini maddeleştirme işini kendileri yapıyorlar, sancta simplicitas! Erkeklerin onlarla sevişmek için karşılarında bin bir şekle girmelerini, kadınlar, en iyisi benim, şeklinde yorumluyorlar. Onlar için en iyisi olmak önemli sanırım. Evrimin bir basamağında sıradan bir homo sapiens sapiens** olmak istemiyorlar belki. Belki de, işe yaramıyorsa öldür, kanununun farkındalar onlar da benim gibi. Sadece onlar, işe yaramanın daha kolay bir yolunu biliyorlar galiba. Belki de bir evrim teorisi olan, evrimin gerçekte cinsellik için var olduğu, düşüncesini biliyorlar. Teori diyor ki; insanlar (ya da insansılar) ayağa kalkmayı, ağaçtaki meyvelere uzanmak için ya da daha uzağı görmek için öğrenmediler, sadece cinsel organlarını karşı cinslerine daha iyi gösterebilmek için ayağa kalkmayı öğrendiler, böylelikle daha kolay eş bulabileceklerdi. Sonra da diyor ki, insanların da içerisinde bulunduğu primat grubundaki en büyük penise yalnızca insan sahip. Aaa! Neler söylüyorum ben, insanlara bir şeyler öğretmeye başladım yine. Galiba en kötü huyum bu, hiç demiyorum da kendime; sen ne biliyorsun ki başkalarına da öğretiyorsun her fırsatta. Hemen pat yapıştırıyorum bilgiyi. Kötü bir niyetim ya da başka bir düşüncem yok. Konuşurken başkalarının yanlışlarını düzeltmem de aynı şekilde, dedim ya, sadece işe yaramaya çalışıyorum. Yazmaya başlayınca da durmak bilmiyorum. Sanki bütün bu beynimin içerisindekileri bir yere yazarsam onlardan kurtulabilecekmişim gibi geliyor. Eğer onlardan kurtulabilirsem de bir parça huzura erebilirim zannediyorum. Yıllar önce okumaktan neden vazgeçtiğimi ancak şimdilerde anlayabiliyorum. Okumak, beni yazmaya zorluyor. Yazmak ise, bir yaranın kabuğunu sökmek gibi, hem eğlenceli, hem de yaranın iyileşmesini geciktiriyor, fakat kabuğu sökerken ki verdiği acı mükemmel. Okumak insanı mutlu eder diyorlar. Bence, okumak insanı nasıl olmak istiyorsa, hangi duyguyu hissetmek istiyorsa, öyle eder, hem de öyle bir eder ki. Bu yüzden okumaktan da korkuyorum. Her şeyden korkuyorum artık. Yolda yürürken, kaldırımda insanların üstüme üstüme gelmelerinden, kaldırımda değilken de arabalardan korkuyorum. Yeni bir insanla tanışmaktan korkuyorum. Şimdi her şeyi baştan yapmak gerek, sonuç ne, insanların hepsi aynı, boşuna uğraşmışım. Yorgunum.


*böyle bir kelime olmadığını biliyorum, germeyin beni.
**evet gerçekten de sapiens’in iki kere yazılması gerekiyor.

July 17, 2012

Hadi Sus Artık!

Tekerlekli sandalyedeyim.Bana,peşi sıra güzel cümleler sıralıyor.İhtiyacım olduğunu düşünüyordu sanırım.Hissetmediğim şey sadece onun sözleriydi.
Tasavvur etmiştim birçok şey gibi bunu da.Nasıl hissedeceğimi de.Çok sıradanmış hayalim.
Ne düşünüyordu acaba bunları söylerken.
Tekerlekli sandalyedeyim.Ayağa kalkıp susması için bir tokat atsam,önce hangi duyguyu yaşardı acaba.
Şaşırmıydı,sevinirmiydi,kızarmıydı,gücenirmiydi?
Nasıl hissedeceği ne kadar umrumda olurdu.Tutumunu inatla devam ettiriyor,kayıtsız kaldığımı gördüğü halde,davranışımın sebebini çaresizlikle yaftalıyordu muhtemelen.Kim daha komik ve acınacak durumda acaba?
Benin hakkımda tek bildiği şey;şu anda tekerleki sandalyede oturduğumdu.Neyse ki kollarım sağlam.


Odaya doktor girdi o sırada,arkasından sessizlik.İşinin "Ehli" bakışları altında beni bir kez süzdü doktor.Sonra şu anda gözümde kurbağadan farkı olmayan farfaraya döndü.Doktorun,ona baktığında ne düşündüğünü anlamak Tanrı'yı anlamak kadar zordu.Yeniden bana dönüp "Birazdan çıkış işlemleriniz halledilecek.Sizin için yazdığım ilaçları isterseniz kullanın"dedi.
O zaman doktorun "Ehli" bakışlarının benim uydurduğum birşey olduğunu düşündüm,ilk defa yanılmıyordum hayatta ne de olsa.
Bu tekerlekli sandalye ile ellerimi kullanarak ne kadar hız yapabilirim dedim.
Fazla değil dedi.Fazla tatmin etmemişti bu cevap beni,biraz daha açık olmalıyım diye düşündüm.
Dalgalı,siyah saçlı,aşırı makyaj yapmış,kepçe kulaklı,boyu pigmelere yakın,dizlerine kadar bot giymiş,üstünde bir kaban,yağmurlu bir gün,düz bir yolda "Bu kadından"kaçmaya çalışıyorum,başarılı olma ihtimalim ne?
Fazla yok dedi doktor,ama bunu deneyebilirsin.
Deneyeceğim doktor şüphen olmasın.


adım yok benim.

July 31, 2011

bir defaya mahsus

Sen... Daha günaydın bile demeden bir okuma parçasına giriş yap... Evet evet, edebi olarak başka bir karşılığı yoktu bunun. Önce bir günaydın de ayı, dedim. Bir kızla nasıl konuşacağını hiç bilmiyorsun, dedi. Belki de bu yüzden yalnızsındır diye de ekledi. Ben de pişkinlik yapıp; hepiniz insansınız sonuçta, dedim...
O an etkilendiğini anladım. Zaten benden hoşlandığını bildiğim için bu kadar ukala davranabiliyordum. Bir anda dudaklarıma yapıştı. Onu hemen geri ittim. Zira halka açık bir mekanda idik. Bunun yeri ve zamanı olmadığını ona uzun uzun anlattım. Uzun uzun anlatmamın sebebi de bu girişimin tekrarlanmasını sağlamaktı...
Zihnimde onu uzun uzun öpmenin ne kadar güzel olabileceğini tasavvur ettim. Sonra hemen attım bu düşünceyi kafamdan, öpmek önemli değildi. Önemli olan hareketlerinde ciddi olup olmadığını anlamamdı. O rahat görünüşlü kişiliğinin arkasında beni rahatsız edebileceğini düşündüğüm özellikler barındırabilirdi.
Bunun neresi yanlış ısrarlarına devam ediyordu. Rahatsız olmana çok şaşırdım, ben bu kadar rahat iken senin yanında, diye ekledi. Benim yanımda değilsin. İnsanların yanındasın, bir sürü insanın, dedim. Umursamazlığının nedeni seni tanımayan bir sürü insanın içinde olman... Biz ayrı dünyalardan gelmedik, aynı dünyadanız lakin bir çok toplum ve kültürü barındırıyor bu dünya...
Farklı çevrelerde yetişmiş olmamız kişiliklerimizi etkilemişti muhtemelen. Ancak, bulunduğumuz yerin toplumsal değerlerine uymalıyız, dedim. Peki, dedi. Ama, anladığım kadarıyla tamam olmamıştı, birşeyler söylemek istiyordu.
Zira pekiler bana hep ürkütücü gelmiştir. Kısa ama özdür. Rahatsız olunan bir durum vardır mutlaka, ortada. Kalkalım mı, diye sordu? Kalkılırdı, karşı çıkmadım. Tek kelime dahi etmemesinin rahatlığını yaşarken; sen beni sevmiyor musun diye sordu? Çok soru sormaya başladı diye geçirirken içimden deyiverdim: Sevmek? Bir hafta önce tanıştık!? Ama, dedi, benimle sevişme fikrini bir an olsun aklından çıkarmıyorsun... Sustum...
Bir süre daha konuşmadan yürüdük. Sessizlik çok rahatsız ediciydi. Böyle durumlara konuşmaya ilk başlayan olmak istemedim hiç. Bu sefer de istemedim ve olmadım. Sonra beklediğim gibi; neden konuşmuyorsun, diyerek sessizliği bozdu. Bilmem dedim, ne söyleyebilirdim ki? Sıkıldım. Uzaklaşmak istedim bir an. Ama yapmadım...
İlk kez böyle bir şey yaşayacaktım. Bana hisleri olan bu kızı, geri çevirmemeyi düşünüyordum. Hatta, bu durumdan istifade etmeye çalışacaktım. Daha önce bir çok kişiye oynamıştım, başka bir kişiyi. Ama böyle bir durum için, ilk kez olacaktı. Sesimi inceltmem ve herşeyi zamana bıraksak cümlesini, kurmam gerekiyordu. Bunun için hazırlıyordum kendimi sessizliğim boyunca. Bir an için ezik hissettim kendimi, diğer insanlara benziyordum. Aslında, yapmacık duygular, fikirler rahatsız ederdi beni. Ama bu sefer, nedense katlanıyordum buna. Herhangi biri gibi olursam artık rahatlayabilir miyim acaba diye düşünüyordum. Zira insanlar sanki hep mutlularmış gibi, çok uzun süreli problemleri yokmuş gibi hareket ediyorlar...
Sonra uçtu gitti bu düşünceler. Güneş batmak üzereydi. Güneş batarken de bir banka oturduk. Üzerinde, ortasından oklarla delinmiş bir sürü kalbin olduğu bir bank... Bu oklardan biri mutlaka birimizin kalbini de delip geçecekti. Güneş batıyordu, omzuma yasladı başını. Anlaşılan yine onun kalbini delmişti ok. Kanıyordu, durdurmaya çalışmıyordu asla. Boşa gitmesin diye, altına bir kova koyacak kadar ruhsuzdum, o an bile. Hep böyle miydim yoksa ona karşı mı böyleydim? Sanırım herkese karşı böyleydim. Ne zaman biri bana yaklaşmaya çalışsa, önce tedirgin oluyordum, sonra uzaklaşmaya başlıyordum. Herkesi seviyordum, ama gerçek anlamda birisi benden özel birşeyler beklediği zaman, bozuluyordu büyü. Hiç kimseye farklı bir oranda sevgi veremiyordum. Belki de kimseyi sevmiyordum gerçekte.
Etrafta çok fazla insan yoktu. Hava da iyiden iyiye kararmıştı. Uzunca bir süredir omzumda olan başını öptüm bir kez. Saçları güzel kokuyordu. Şampuanının adını merak ettim ama sormadım. Zira ortamın havasını bozmamam beklenirdi. Öpmem iyi oldu. Çünkü omzumdaki baş iyice ağırlık yapmaya başlamıştı. Bu sayede, yüzüme bakıp gülümsedi. O da, beni öpmeye çalışacak diye, gerildim. Neyse ki beni tanımaya başlamıştı. Zamana bırakmıştı her şeyi, ben söylemeden. Kurtuluş yolu arıyordum, ışığı görebilir miydim acaba, biraz daha ilerlersem? Hamle yapmaktan çok korkuyordum. Çünkü daha önce hiç yapmamıştım. Nasıl yapıldığını da bilmiyordum...
Eve gidelim mi, dedi. Olur, dedim. Evi çok uzakta değildi. Biraz yürüdükten sonra hemen oturduğu apartmana vardık. Bira alalım, dedi. Merdivenlerden yukarı çıkarken sessiz olmaya çalıştım. Çelik kapının bütün kilitlerini üçer kere kilitlemişti. Açması için geçen süre çok rahatsız ediciydi. İçeri girdik ve bana gösterdiği üzere hemen salona doğru yöneldim. Elimdeki biraları sehpanın üzerine koyup bir kanepeye oturdum. Gözlerimle biraları kesiyordum. Bir tanesini açsam acaba kızar mı diye, düşündüm. Sonra boşver dedim, kendime. Sürece etki etmemeliydim. Eve girdiğimizden beri içerideki odadaydı. Üstünü değiştiriyordur diye düşündüm. Eşyalarla boğulmuş bir salonu yoktu, evin. İki tane eşit büyüklükte kanepe, bir tane daha küçük bir kanepe vardı. Bu koltukların arasında da birkaç sehpa ve kocaman saksılarda çiçekler vardı. Full led televizyonu gözümden kaçmadı. Bir öğrenci evi için fazla gösterişliydi...
Sehpaların üzerindeki danteller, evde bir annenin var olabileceğini düşünmeme sebep olmuştu. Beni dantellerin olduğu sehpaya bakarken yakalayınca; korkma annemler dün akşam Kaş'a, tatile gittiler, dedi. Bu nasıl bir öngörüydü, nasıl anlamıştı? Ben ilk değil miydim? Kandırıyor muydu beni? Amacı neydi? Yine şüpheyle yaklaşmaya başlamıştım. Ben karar vermeye çalışırken, bir anda yok olup gidecek miydi?
Yanıma oturmuş. Yanıma oturduğunu koltuğun sarsılması ve omuzlarımızın çarpışmasıyla anladım. Anlaşılan, sorularımla baş başa kalmıştım bir süre. Dolaba koyayım mı geri kalanları deyip, odada iki bira bıraktı. Mutfağa giderken ardından baktım. Askılı pembe bir tişört ve beyaz bir şort giymişti. Arkasından bakarken bir an çok seksi olduğunu düşündüm. Açacak getireyim dediğini duydum sadece. Biralardan birisini alıp, açacağa gerek kalmadan sehpadaki çakmağın arkasını kullanarak kıvrakça bir hareketle açtım. Aaaaa açtın mı, ben de açacak getirmiştim, dedi. Karşılık vermedim. Çakmakla nasıl açtıklarını bir türlü anlayamıyorum, kırılmaz mı diye, devam etti. Diğer birayı açarken açacağı kullandı. Kırılmaz, dedim. Neyse ki diğer kızlar gibi açmaya çalışma gösterisi yapmadı. Basit bir teknikle oluyor işte, boş ver, dedim. Bu sırada giydiği tişört, göğüslerini ortaya çıkarmıştı. Güzel görünüyorlardı. Çaktırmadan baktığımı düşünsem de, fark etmişti baktığımı. Ama ses çıkarmadı. Sinsice gülmüş olsa gerek içinden...
Uzun konuşmalara sebep olacak girişimlerde bulunmaya çalışıyordum. Dikkatim dağılıyordu, yapamıyordum. Başaramıyordum, dayanamadım.
Kendini benim yerime koy. Dışarıdayken, seni sevdiğimi söylemememe rağmen sevişme ihtimalini göz önünde bulundurduğumu yüzüme vuran sendin. Şimdi neden böyle yapıyorsun, diye sordum. Her şey açık, dışarıda oturmaya devam etsek bir süre sonra sıkıldığını söyleyip kaçmaya çalışacaktın. Ben bu kıyafeti giymesem bu kadar ilgili olmayacaktın, dedi. Anlaşılan kendi içinde bir çatışma yaşıyordu. Bana kızgın olup ders vermeye çalışırken, olabileceklere engel de olamayacaktı. Yapmam gereken hiç konuşmadan bir hamle yapmaktı. Ama dedim ne yapılır bilmiyordum ya da çok korkuyordum. Konuşabilmeye başlamıştım. Yapabildiğim en iyi şeyi yapıyordum. Bunun doğruluğunu yanlışlığını da kafamda tartamıyordum. Tartışırken bile gözüm kayıyor ve beni kafedeki gibi öpmesini bekliyordum... Çok beklersin sen, dedi. Konuşmuştum ben galiba. Yalan söylediğini anlamam birkaç dakika sürdü. Öpüşmeye başlamış ve nihayetinde yakın olmuştuk.

Kimileri için bağlayıcı bir unsur olan, vuku bulan olay, onlar için aynı paralelde bir unsur değildi. Kahramanlarımızdan erkek olanı, azı ile yetinmesini bilen bir kişiliğe sahipti. Bu ona yetmişti. Sabahı, hatta ikinci seferi bile beklememişti ve gitmişti...





Not: Tek başıma yazdığım bir yazı değildir. Sevdiğim bir insan olan; C. Ç. ile aramızda geçen atışmalar sonucunda oluşmuştur. Bir konuşmamızda sürüp gideceğini dile getirmiştim ki anında bir erkek ile kadın arasında ise sürer gider cevabını almıştım. Bu lafın üzerine hoca da durur mu?

-Sevişinceye kadar demiş...

July 23, 2011

yalnız kelimeler

Bir kelimeyim ben, basit, küçük bir kelime. Bir dilde anlamım var diğerinde yok. Kullanıldığım kadar bilinir kıymetim, eskidikçe güçlenir anlamım. Bölünür kavramlar içimde, bazen olduğumdan farklı görünürüm, bazen ise görmezler gerçek yüzümü. Tek başıma da yaşayabilirim, ama ömrüm kısalır yalnızken, başkaları ile birlikte olmaya çalışırım, o zaman da benliğim kaybolmaya başlar. Aslında öyle narinimdir ki, öyle seçerim ki arkadaşlarımı ne ben değişeyim, ne de onlar değişsin, birlikte güçlenelim. Kimi zaman birkaç tanesi ile de yetinmem, bazen bir araya geliriz eski dostlarla, bizi görenler kendinden geçer şiirlerle, şarkılarla, hikâyelerle. Kimi zaman ise acı veririz, fakat içimizde kötülük yoktur, ne benim, ne de diğerlerinin. Biz sadece insanların kurbanlarıyız, ne yalan söyleyebiliriz kendi başımıza, ne de mecaz. İnsanlar duygularıyla birbirlerini kırarlar gerçekte, ama kelimeler kalır akıllarda. Altımı üstüme getirirler bu zamanlarda, hep bir şey ararlar içimde, fakat hiçbir zaman bulamazlar aradıklarını, çünkü yanlış yerde ararlar, duyguları somutlaştırıp, üzerimize yüklerler bütün suçu. Bunu ukalalık olsun diye söylemiyorum, benim anlaşabileceğim sınırlar bellidir, mecazım bilinir, fakat insanlar bilmeden kullanır. Oysa hayalim değildir büyük anlamlara gelmek, efsaneleşmek. Hatta hiçbir hayalim yoktur, sadece kendim olmaya çalışırım.
Bir kelimeyim ben, bazen özenle yazılırım, bazen öfkeyle silinirim.

July 16, 2011

SALI

Salı günleri içmek gerek.Salı gününün bitmesi için ya da öylece bitmemesi için.Açılamadığın sevginin yasını tutmamak için... Sevdiğinle ,dostlarla , dost bildiklerin , sevmek istediklerinle ... İçeceksin. Bir gün yataktan kalkmış ve dün sarhoş olmadığın aklına gelmişse , o gün çarşamba olmayacak.

Bugün birini aramalı , eskilerden seni hiç aramayan.Düşün... düşün.Buldum.İsmi lazım değil.Bir dost.Telefon açıyorum. "Nasılsın, İyi misin ? ..." uzatmıyorum ,zaten o teklif ediyor "Gel mekana dertleşelim , diyeceğim hususi şeyler var." Kabul ediyorum.Eski dost ya , ne yapacak.Onun da canı yalnızlığı anlatmak ister , geçmişten atıp tutmak ister ... Susmak ister.Onu bile birisiyle yapmak ister bazen insan.Benden iyisini mi bulacak?

Bekliyorum.10 dakika gecikti.Muhim değil.Kucaklaşma , öpüşme faslından sonra oturduğu yerde suratı asıldı.Diyecekleri var söylemez oldu.Belki bir vefaat , belki milyonlarca ayrılık hikayesinden biri daha ... Anlatsın istemiyorum.Yüzünden okuyorum acılarını harf harf.Ne tuhaf şey bu gözler.Yere düştüğünde omuzları da düşürür, boynu büker.İki ufak gözbebeğinden omuzlarına kadar bir bedende kaybolan bir dostum var.

"Ne içeriz"
 Bir an yükselen omuzları tekrar düştü
"Ben almayacam, moruk"
"Bi bira!"

O başlamadan ben mi başlasam .Yalnızlık anlatılmak ister ya.İlk ben anlatmalıyım yalnızlığımı.Belki bütün dünya bilsin diye yazmalı mıyım? Nefesimi ayarlayayım şimdi başlayacağım dediğim anda sözümü kesiyor.

"Bir şiir okuyayım mı üstat"
"Oku anam"
Gözlerini yere dikip başlıyor usulca okumaya.

Orada biri ağlıyor
Bir işçi
bir işsiz
parasız bir baba

Orada biri ağlıyor
Bir dul
bir hasta yakını
Yalnız bir sevgili
belki benim için

Bendeki nasıl bir mutluluk
Hüzün bile deli ediyor beni

* * *

Susuyoruz herhangi bir salının herhangi bir 11'e çeyrek kalasında.Aklımdakinin ağırlığı bu sefer benim omuzlarımı çökertiyor.Titreyen gözbebeğimdeki yaşı süzülmesine izin vermeden göz altımdan alıyorum.Tıpki anlatamadığım o kusursuz aşkın içimden sahipsiz dışarlara çıkışı gibi ...
Uzun süre susuyorum.

yazan:uti

June 13, 2011

son gün

Dar bir sokakta, masaların neredeyse tamamının yola yayıldığı bir barda oturuyordum. Hemen yanımdaki masada, yirmili yaşlarda bir kız ve bir erkek karşılıklı oturuyordu. Kız, beyaz tenli, güzel yüzlü, kahverengi saçlı, erkek, gözlüklü, hafif sakallı ve uzun saçlı birisiydi. Bu haliyle, oturuşuyla ve hareketleriyle oğlanı kendime çok benzettiğim için, gözlemlemeye başladım bu ikiliyi. Kız, hızlı hızlı sigara içip dumanını yukarı doğru üflüyordu, oğlan, sürekli kıza bakıp, tırnaklarıyla masanın üzerindeki yarıkları kazımaya çalışıyordu. Uzunca bir süre hiç konuşmadılar, sonra kız bu sessizliği bozmak istercesine, titrek bir ses tonuyla, “komik değil mi” dedi. Oğlan bir süre kül tabağına baktı, sonra, “ney komik” dedi. Sokakta bulunan bütün barlarda birbirinden farklı tarzlarda müzikler çalıyordu ve bu ortamın gereksiz bir gürültüye sahip olmasına neden oluyordu. Kız, yeni sigarasından da hızlı hızlı birkaç nefes alıp, “bu halimiz. böyle oturup hiçbir şey konuşmuyoruz” dedi. Oğlan, önündeki bira şişesinin kâğıdını yırtmaya uğraştı bir süre, bir süre etrafa bakındı, birkaç yudum bira içti. Kız asi bir tavırla, “seni burada zorla tutuyor gibi hissediyorum” dedi. Oğlan bir süre daha kül tablasını seyredip, başı öne eğik olarak, “bu kadar boş olduğum için özür dilerim” dedi, kız sigarasının son kısmını da içip kül tabağında söndürürken, oğlan yine başı öne doğru eğik bir şekilde masaya doğru bakıyordu. “dalga geçiyorsun, dimi” dedi kız, hafif sinirle. Oğlan, sanki suçluymuş ve kendini savunmaya çalışır gibi bir heyecanla “yoo, seninle konuşacak bir şey bulamayacak kadar boş olduğumu söylemeye çalıştım” dedi. İçerisinde incecik sigaraların olduğu sigara paketine baktı kız, sonra bir tane daha çıkarıp yaktı, sigaranın sonuna doğru “zaten seninle ortak bir geleceğimiz yoktu” dedi. Oğlan, çenesini önündeki bira şişesinin üstüne koyup, bütün ağırlığını şişeye verdi, bir süre daha sessiz geçti. Kız, “üzülme, üzüldün mü, üzülme” dedi. Nedenini anlayamadım ben. Buraya kadar ki gözlemlerimden anladığım, aralarında bir tür ilişki olan bir ikiliydi bunlar ve tahminimce bu onların son günüydü. Uzunca bir süre konuşmadı oğlan, kız karşısındakinin yenildiğini düşünerek -son darbeyi vurmak istercesine- hızlı ve heyecanlı bir şekilde “her buluşmamızda, sürekli nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı düşünmek çok zor” dedi. Bir an evde çalışıp da gelmiş bu kız diye aklımdan geçirdim, oğlan hiç beklemeden “benim için de zor” dedi. Kız “sonun ortak bir fikrimiz oldu” dedi. Bundan sonra sanırım hiç konuşmadılar, ya da aklımda kalan böyle, bir süre oturup birbirlerini izlediler ara ara. Oğlanı hayal ettim, kendimi onun yerine koymaya çalıştım, bu gürültü içerisinde boğucu bir sessizlik hissettim, boşluğun içerisinde yüzüyordum adeta, acaba oğlan ne düşünüyordur diye merak ettim. Sonra içkimin ısınmakta olduğunu fark edip, kendi hayatıma döndüm bir an.
Bir süre sonra kızın arkadaşı olduğunu zannettiğim, otuzlu yaşlarda, kafasının üstü kel, yanlarda ise kısa saçları olan, büyük burunlu bir adam geldi. Kız o anda çok mutlu görünüyordu, hemen sarıldı gelen adama, birkaç saniye öyle kadı, sonra yerine oturmak için hamle yaptı, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. O sırada oğlan gelen bu yabancıya selam vermek için ayağa kalkıp elini uzattı, “merhaba” dedi. Adam gayet itici bir tavırla gözünün ucuyla bakarak oğlanı selamladı ve adını söyledi, sonra hemen kıza doğru döndü. Oğlan “biliyorum, daha önce tanışmıştık, ama sen hatırlamazsın muhtemelen” dedi, adam bir an oğlanı baştan aşağı süzüp, yine kıza doğru döndü, arka masadan bir sandalye alıp kızın yanına oturdu. Adam kıza çok yakın oturduğu için söylediklerini duyamıyordum, sadece ara ara kıza derin ve anlamlı bakışlar atıyor ve arada saçını okşuyordu. Adam gerek tavırları, gerek kıza karşı davranışı ve gerek kutu sigarası ve üstündeki zippo çakmağı ile tam bir yavşaktı. Her nedense ilgim azalmıştı yan masaya, ama hikâyeyi bitirebilmek için sonuna kadar sabredip devam ettim gözlemlemeye. Bir süre adamla kız güle oynaya muhabbet ettiler, biralar geldi, boşlar gitti. Sonra adam masadan kalkıp tuvalete doğru yol aldı. Oğlan bu durumu fırsat bilip, birkaç saniye bekledikten sonra kıza dönüp, “ben artık gideyim” dedi. Kendi adıma mutlu olmuştum bu istek karşısında zira ne kadar rahat ve umursamaz bir insan olsam da bu görüntü çok iğrençti, bitmesi için yalvarabilirdim. Kız “bekle ya, birazdan birlikte kalkarız” dedi. Biraz sonra adam geri döndü, hoş olmayan görüntüler bir süre daha devam etti. Sonra oğlan masadan sessizce kalkıp tuvalete doğru yürüdü, ikisi de önemsemedi oğlanın kalkmasını. Oğlan gittiğinde adam kıza iyice sarmaya başladı, aralarında ne konuştuklarını duymam imkânsız oldu. Sonra tam olan geri geldiğinde kız adama doğru, oğlanın da duyabileceği bir şekilde “geçti borun pazarı” dedi. Oğlan masaya oturduğunda şu an tam olarak anımsayamadığım, birkaç aşağılayıcı cümle söyledi adam, oğlan sakin ve zekice cevaplarla, taarruzu geri savuşturmayı becerebildi. Adam artık kızın kulağına doğru, ağzını kapatarak, fısıltıyla konuşuyordu.
Sonunda final sahnesi gelmişti, üçü de masadan kalkıp, hesabı ödemeye doğru gittiler, sonra kız tuvalete gitti, iki erkek de birbirinden oldukça uzak duruyordu. Adam elindeki, kocaman ve dokunmatik ekranlı telefonla uğraşıp durdu kız gelene kadar. Sonra kız adama sarılıp vedalaştı. Ayrılmak üzere oğlan adama selam vermek için elini kaldırıp gülümsedi, fakat adam yüzünü ekşiterek hemen kafasını çevirdi, oğlan sırıtır bir pozisyonda, eli başının yanında havada olarak birkaç saniye kaldı. Sonra, kız ve oğlan birlikte adamın tam tersi istikamette yola koyulup gözden kayboldular. Ben de artık masamla baş başa kalmıştım, karşı sandalyeye baktım, sonra önümdeki birayı bitirip, masadan kalkarken bomboştum.

seçim vaatleri üzerine

Seçim dönemlerinde, yıllardır karşılaştığımız, aday partilerin bir nevi güç göstergesi haline gelmiş eylemlerinden, son zamanlarda en aktif olanı sanırım, ‘seçim vaatleri’. Oy kazanabilmek için aday partilerin yapmak istedikleri icraatları göz önüne sererek reklam yapmaları yanlış bir eylem değil tabii ki, hatta bazı çevrelerde gayet mantıklı bir eylem olarak da görülebilir. Fakat burada seçmen olarak dikkat etmemiz gereken, bu vaatlerin ne kadarının gerçekleşebilir olacağı, hatta ne kadarının gerçekleştirildiğidir.
Siyasi partilerin ülke yönetiminde biz halkı temsil ettiğini düşünerek, kimimiz bu öngörülen vaatlerin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini takip edebiliyoruz, kimimiz de bu durumun hiç farkında olmadan bilinçsizce seçiyoruz adayları. Tabii ki bu konuyu herkesin takip etmesi mümkün olabilecek bir şey değil, kaldı ki gerekli de değil, zira bu işleri layıkıyla yapabilecek bir kurumumuz var; Yüksek Seçim Kurulu (YSK). YSK’yı ülkemizdeki seçimlerin genel yönetim ve denetimini üstlenen, egemen, üst yargı mercisi olarak tanıyoruz. Bu bağlamda düşünerek seçimlerde vaatleri olan adayların kontrolünü yapabilecek yetkiye sahip olduğunu çıkarmamız yanlış olmaz. Hatta en son 1988 yılında değişiklik yapılmış YSK’nın görev ve yetkilerinden ilk üç maddesinin sadece seçimde kullanılacak matbuu evraklarla ilgili olduğunu göz önünde bulundurursak, yukarıda önerdiğim görev çok daha anlamlı olacaktır.
Peki YSK’nın bu türde bir görevi üstlendiğini varsayarsak, kontrol mekanizması nasıl işlemelidir? Bu soruya ilk cevap olarak, basit bir mantık yürütmesi yapabiliriz. Diyelim ki bir siyasi parti genel seçimlerinde on adet temel vaatte bulunuyor, bu partinin öncelikli işi bu vaatlerini yazılı olarak YSK’ya sunması ve YSK’nın görevi de iktidara geçen partinin bahsi geçen vaatlerin gerçekleştirip gerçekleştirmediğini kontrol etmek olmalı. Örneğin bu parti iktidar olduğu dönemde vaatlerinin yalnızca yarısını gerçekleştirebilsin. YSK’nın devreye girdiği nokta tam da burası olmalı ve görevi de, bu iktidardaki partinin bir sonraki seçim döneminde aldığı oyların -vaatlerinin sadece yarısını gerçekleştirdiğini göz önünde bulundurarak- yalnızca yarısının geçerli olmasını sağlamak. Böyle bir formülle hem aday partilerin yapamayacağı vaatler vermesini önleyebiliriz, hem gerçekten hizmet yapmak isteyen partilere bir fırsat vermiş oluruz, hem de aday partilere, seçmenlerin, körü körüne oy vermelerini engellemiş oluruz.
Bahsettiğim yapı basitçe düşünülerek ilk akla gelebilecek fikirlerden sadece birisi, üzerinde biraz daha kafa yorarak çok daha ideal bir seçim yöntemine dönüştürülebileceğini öngörmek hiç de zor değil. Fakat yukarıdaki fikir ya da daha iyisi yürürlükte olsa da olmasa da, seçmen olarak aday partilerin yapamayacakları vaatler vermelerini engellemek adına, seçim sonrasında iktidara gelen partilerin vaatlerinin gerçekleştiğini kontrol etmek ve bir sonraki seçimlerde buna göre hareket etmek, insanlık adına yapılabilecek olan en iyi eylemlerden birisi olacaktır.

May 8, 2011

Domatez Çorbası(Kıtır İçerir)

Kim ki beni ararsa buluyor.Bela mıyım mevla mı anlamadım.Her iki kategoride de yer aldım.Bu yüzden yok cevabım.

Ağzına götürdüğü son kaşıktan sonra alelade bir cümle çıktı ağzından,ağzındaki çorbadan anlaşılması zor olan...Dedim ya alelade,bu yüzden anladım kolaylıkla.Diyor ki,çorba çok sıcak.Ufff derken iç sesim onu onaylamak zorunda kalıyorum;evet...Roka da serinletiyor ağzımın içini diyor daha anlaşılır kelimelerle.Kıçından feyz alarak bile uzun konuşmalara sebep olabilen bu adam neden beni buldu diye soruyorum kendime.

Bir çorba istemeye karar veriyorum lokantaya oturduğumuzdaki fikrimin aksine.Domates çorbası istiyorum.Domatez çorbası mı tamam abi,şeklinde bir karşılık alıyorum.Bu lafın üzerine biraz da şımarıyorum;abi olmuşum.Arkasından bağırıyorum;kaşarı bol olsun...İnsanoğlu bu,kaşarı bol bulsun derken sus diyorum iç sesime,böyle bir laf yok diye...Kıtır var ise kıtır da olsun diyorum.O yok be abicim cevabını alıyorum.İkinci kez abi oluyorum ve biraz daha şımarıyorum.Bizim oradaki lokantalarda hep oluyor yalanını söylüyorum doğup büyüdüğüm şehrin lokantasında...

Çok acıktığı her halinden belli.Ekmek lokmaları kocaman ve çorba alışları kısa aralıklara sahipti.O zaman zarfında düşünmeye vakit ayırabildim biraz.İç sesimi dinlemeye başladım da diyebilirim.Ayıya bak nasıl da yiyor diyordu.İnsan her zaman mükemmel şeyler söyleyen bir iç sese sahip olmayabilir.Ben de bunlardan biriyim.Güzel şeyler söylediği olurdu,ama bana...Başkası hakkında böyle geveze yorumlar yapar dururdu.Anlaşıldığı üzre gıcık bir yapıya sahipti.Susturmak ne mümkün,ancak ben konuşursam mümkün.Ama onun düşüncelerini de insanlara dile getiremem ki...

Kötü olmak cesaret işidir.Bir kişiye kötü olacak kadar cesaret yok iken bünyemde nasıl ele geçirebilirim tüm dünyayı elime...Bir yerden başlamak gerek dedim ve hassiktir lan dedim ona.Bu biraz ağır kaçtı galiba...Neyse ki anlam veremedi bu yersiz küfrüme zira anlam verebilseydi akıl sağlığımdan şüphe edebilirdi.Yuh dedim iç sesime,vur dedik öldürdün diye.Şu an itibarıyla anlattığı saçmalıkları dinleyen tek kişi olarak mevlası olduğum kişinin belası olup uzaklaşmayı denemeliydim.Kontrolsüz bir güçtü anlaşıldığı üzre benimki.Ortası yoktu kesinlikle.Bu cümlemle o deyişi de sorgulama sürecine girmiş bulundum.Bu süreçten,içeriğinden bahsetmeyeceğim elbette size.

Kaşarlı çorbam geldi,bu süreçlerden sonuncusunu tamamlayamadan ben.Bir de kaşarlı ekmek getirmişlerdi yanında.Katmerli bir zevk yaşatacaklarını düşünmüşlerdi akılları sıra,bana...Kaşarı çorbada bol istemiştim oysa.Edebi bir yaklaşım sergiledi iç sesim o esnada.Sahip hep böyledir hayat;sen yanında mesut olsun istersin,o başka bir yerde de olsa hep mesut olur...Ne alakası var ulan ipne,dedim iç sesime...Biraz alındı sanırım bu sözüme.Zira iç sessiz kaldım uzun bir süre...

Ohooo sen beni hiç dinlemiyorsun bir de küfrediyorsun üstüne şeklinde bir sitemle kendime geldim.Zira "ne alakası var ulan ipne" sözünü paylaşıma da açmışım o bir şeyler anlatırken...Alınganlık göstereceğini umut ederken;sensin lan ipne şeklinde laubali bir tavırla karşılaştım.

Gidebilmeliydim.Bu ilk gidişim olmayacaktı ama gitmelerim hep epey uzun zaman almıştı.Bir anda olmalıydı.Bir jilet kesiği gibi,acı vermemeliydi.Eğer olursa,böylesi ilk gidişim olacaktı...Yıkıp dökerek gittiğimden evvelinden hiç dönemedim enkaz yerine.Katil değilim ki,cinayet mahalline döneyim ya da deprem,artçı sarsıntılar yaratayım...

Çay içer misiniz abi sorusuyla yeniden kendime geldim.İkimiz adına hemen karar verdim,hayır.Ondan gidemezken henüz,en azından oradan gidebilmeliydim.İlk hamlem nedeniyle kendimi takdir ettim.İç sesimin de takdirini kazanmıştım.Helal olsun abi idi uzun zaman sonra duyduğum ilk üç kelime...

Hesaplar ödendi ve mekandan çıkıldı.Şimdi ne yapalım sorusuna verdiğim kısık sesli bilmem yanıtı onu yeni planlara itti.İkimizi içeren planlara.Onun çok samimi arkadaşı olan Selen'i de çağırıp başka bir ortak arkadaşlarının evine gitmemizi önerdi.Yeni insanlarla tanışacak olmak ve karşı cinsten birinin ortama katılacak olması daha iyi bir planı olmayan beni ikna etmeye yetti.Can evimden vurmuştu.Artık değişeceğimi,bir saattir beynimi siken bu adam sayesinde sosyalleşeceğimi düşünmeye başlamıştım.Bu kişinin kendine söylediği binbir türlü yalandan en haincesidir.İnsan değişmez.Değişmeyi ümit eder.Ölene kadar değişeceği günü hayal eder...

Planda hiçbir sekme yoktu.Selen gelmişti.Çok konuşmadan gidilmesi planlanan yere ulaştık.Gittiğimiz evde hiç kimseyi tanımıyordum.Benimle tanışmak için de özel bir çabaları olmamıştı.Biz oraya gidene kadar epey içki tüketilmişti.Birbirinden çekinmeden küfürleşen kadın ve erkekler ile dolu bir evdi.Bir kadının en sevmediğim yanı küfretmesidir.Bir erkeğin de en sevmediğim yanı bir kadının yanında küfretmesidir.Çok konuşuldu.Hiç susulmadı.Nöbet devri yapılmıyordu.Kişiler zaman aralıklarına bakmaksızın lafı devralıyordu...

Gitmeliydim.Yıkıp dökerek de olsa gitmeliydim.Kapıyı açtım,aşağıya baktım.Hiçbir gidişimin geri dönüşü olmamıştı.Bu sefer de büyük ihtimalle öyle olacaktı.Atladım.Bu ilk gidişim değildi elbette ama son gidişimdi...