April 29, 2008

günde bir tane

Uff! Her tarafım ağrıyo, bide rahatlamak için yatar insanlar, benimki tam bi yorgunluk oluyo. Yine saat 07:33. Bikere de saat 07:04 de çaldığında uyanayım. Hergün saat aynı zamanda çalar, kapatırım, ara ara sıçrayarak uyanıp saate bakarım, ama kalkamam. 07:33 sınırdır, o saatte kalktığım zaman ancak yetişebilirim otobüse. Artık kalktığıma göre, şimdi ne giyineceğimi düşünmeliyim. Yada kalvaltıdan sonra mı düşünsem. Cenk yine meyvesuyunu bitirmiş, ne içicem ben şimdi, neyse bişey içmicez mecburen. İki aydır kimsenin yemediği peynirin bi tadına bakayım, belki bozulmuştur da atarım artık. Bugün okula kadar bana yine Replikas eşlik etsin. Sonunda, bir haftadır her sabah unuttuğum çöpü bugün attım. Nasıl denk geliyo bilmiyorum ama bu sabah da yine saçlarını sarıya boyatmış kız tam benim önümden yürüyor, ne zaman önüme geldiğini bile farketmedim. Durağa kadar yürüyerek 7 dakika sürecek olan, caddeye paralel bir alt yol var, ve ben hep onu kullanıyorum çünkü caddede çok gürültü var. Köşedeki kuaförde çalışan abla arabasını yine aynı yere, o yol üzerine park etmiş. Biraz ileride henüz temeli atılmış olan inşaatın yanındaki evin bahçesindeki çiçekler önünden geçerken müthiş bir kokuyla karşılaşmama neden oluyorlar. Otobüs durağındaki kadro hemen hemen aynı; ilköğretim okulu servisine binen üç çocuk, özel bir okulun servisine binen ve benim matematik öğretmeni olabileceğini düşündüğüm bi adam, bizim okula giden birkaç personel ve yine bizim okulun öğrencilerinden birkaçı. Bu gün kırmızı montlu kız gelmemiş, kırmızı genlede bütün bayanlara yakışır ama hiç böyle yakışanını görmemiştim, artık yaz geliyor, montunu giymeyecek artık ve ben o mont olmadan nasıl tanıyacağım onu bilmiyorum. Nerde şimdi acaba kırmızı montlu kız. Saat 08:16 ve işte 412 geliyor. 412 okula giden ve ücretsiz bir otobüs ve bu yüzden kapısına kadar dolu oluyor, içindeki kadro da yine aynı; sert bakışlı, muhtemelen sözel bir bölümde hoca olan yaşlı adam, yanına oturduğunu sıkıntıya sokan şişman abla, uzun keçi sakallı öğrenci, ve diğer tasvir edilmeye değmeyecek olanlar. 10 dakika içerisinde okuldayım, oda yine havasız kalmış hemen pencereyi açmalıyım, bilgisayarı da açayım hemen film indirme işlemleri başlasın.

Aa saat 17:00 olmuş, şimdi mi gitsem acaba eve yoksa sonra mı. Hem 17:30 daki otobüs biraz kalabalık oluyo sonrakine binerim sakin sakin giderim, saat 18:20 gibi çıkarım biraz dışarıda otururum, okulda kimse yokken ortaya çıkan bu sakinliğe bayılıyorum. Akşam kadrosu da her gün aynı oluyo, işletme fakültesinden çıkan öğrenciler ve birkaç akademik personel. İşte 412 de geliyo, her seferinde koltuğa nasıl sığdığnı merak ettiğim şişman şöför amca var bugün. Bu sefer 15 dakika da ineceğim yere geldik, şimdi markete gisem iyi olur birkaç gündür gitmedim alacak şeyler birikti. Dönüşte yine caddeye paralel olan yoldan gidiyorum. Kuaförde çalışan abla henüz çıkmamış işten, arabası yerinde duruyor. Yol üstünde her gün gördüğüm bir kadın ve bir erkek yürüyorlar, adamın sol bacağı alçıda, kadın da ona destek olarak yürümeye çalışıyorlar. Adam biraz sinirli gibi, kadın ise olması gerekenden daha sakin, muhtemelen erkek pes ediyor zaman zaman artık yürüyemeyeceğini düşünüp umutsuzluğa kapılarak ve sinirleniyor, ama kadın öyle değil büyük bir kendine güven ve azim var, hırslı, yanındakinin yürümesini istiyor, belki yanındaki adam kocası ve evde tek çalışan o ve ayağı yüzünden artık çalışamıyor, kadın ise onun çabucak iyileşmesini ve işine geri dönmesini istiyor, belki de sadece onun ümitsizliğe kapılıp daha kötü olmaması için elinden geleni yapıyor her gün hiç bıkmadan hemde her gün. İleride iki kız bir erkek çocuğu top sektiriyorlar, birkere dizde sektirme birkerede voleybol oynarken kullanılan iki el birleştirildikten sonra bileklere vurarak sektirme şeklinde bir kuralla oynuyorlar. Kültür merkezinin ön tarafında duran birkaç genç yine bana garip garip bakıyorlar, merkezin arka bahçesinde yani bizim evin önünde ufak çocuklar uçurtma uçuruyorlar. Ve işte evdeyim. Şimdi sorun ne yemek yapmam gerektiğini düşünmek. Yemekten sonra birkaç saat oyalanıp 00:35 de, benim için çok zor olan uyuma çalışmaları başlıyor ve gün bitiyor.


Cem

April 17, 2008

An

Bir an olsa kaybolsam, ama fiziksel olarak değil, beni tanıyanların zihinlerinden silinsem, kimse tanımasa beni ama ben onları tanısam. Tesadüfen bir araya geldiğimizde de içten içe gülümsesem, yeniden tanışsak ve ben tüm özellikleri bildiğim halde bilmemezlikten gelsem. Bazılarıyla hiç tanışmasak, sadece onları uzaktan izlesem, günlerinin nasıl geçtiğini gözlemlesem. Acı mı, mutluluk mu, olurdu duyduğum his. Yada duygular önemli değil de, güzel olmaz mıydı?



Cem

April 6, 2008

Ekşi bir nar tadı aldım

Bir kavak ağacı değildi söz konusu olan ama o boydaki bir çocuk için aksini iddaa etmek zordu doğrusu.
İlk bakışta kaşlarıyla bir bütünmüş izlenimi yaratan küt kesilmiş parlak,saman rengi saçları vardı.Saçları,her ay aksatmadan dedesiyle birlikte gittikleri 'çarşı'da berber çırağından gördüğü amerikan tıraşını çok sevmesiyle bu küt hali almıştı.Dedesiyle münasebeti bununla sınırlı değildi:Her akşam çarşıdan getirilen sakızların oluşturduğu ciddi bir koleksiyon ve koca evde dedeyi güldüren tek hadise olarak giyilen dede kıyafetleri ve takkeler,cengiz'i bir imam aynı anda salaş bir ayyaş gibi gösteriyordu.Nede olsa dede dini bütün bir insandı..
Gündüz evde,camdan kalelerin tuz buz edilmesi ve akşamüstü bahçede çalışanlara sataşmalarla geçiyordu zamanı.Hatta bir keresinde dev kazanda yapılan pekmeze sapanından çıkan sert toprak parçasını isabet ettirmişti ve mutluluk iksiri en son eklenen madde ile bir anda çocuğa karşı kötülük tohumlarının filizlenmesine sebebiyet vermişti.Sapan en büyük tutkusuydu.Onunla hep tırmanabilmeyi hayal ettiği o büyük ağacın yanındaki nar ağacının altına pusu kurup gelen kuşları avlıyordu.Nasılda deli gibi istiyordu o uzun kalın gövdeli ağaca tırmanmayı ama ağaç,çivileri çapraz basamaklar şeklinde bağrına çakmayı akıl edemeyen çocuğa hep yüksekten bakıyordu.Cengiz'in en sevdiği meyveleri sunuyordu o yaşlı kollar.Aslında yerdekileri yiyebilirdi ama gurur meselesi yapmıştı bu olayı.Bir kuş sürüsünün yaklaştığını farketti,herzamanki yerini aldı ve cebinden sadece avlanmak için(bazen arkadaşlarıyla konserve kutularına vurmak için yarıştıklarında da kullanırdı)kullandığı oval taşlardan birini çıkardı ve sapanın kulağına yerleştirdi.İşini ustaca yapıyordu,soğukkanlıydı.Nişan aldı ve fırlattı taşı,hemen sonra filmlerdeki planörün düşüşünü andıran bir şekilde süzüle süzüle yere çakıldı zavallı kuş.Koşar adım yaklaştı çocuk,kuşun gagaları arasında gördüğü manzara karşısında dut yemiş bülbüle döndü.